Ufuk KARADAVUT
Tarımsal Alandaki İddialara Dair...
26/11/2019 Tarım ve tarımsal üretimin önemi hakkında söylenecek çok şeyler var. Bunlar yeri geldiğinde ilgili ilgisiz veya bilgili bilgisiz çok kişi tarafından gündeme getiriliyor. Tarım konusu öyle bir hal aldı ki günlük siyasi söylemlere malzeme olmaya başladı. Oysa tarım ve gıda günlük siyasete malzeme olamayacak kadar ciddi ve bir o kadar da önemlidir. Çünkü merkezinde insan vardır ve insani konu olması her şeyin önüne geçmesine yetmektedir. Ancak buna rağmen yazılan, çizilen ya da anlatılan pek çok şeyin aslında bir algı oluşturman ötesinde bir şey olmadığı görülmektedir. Gündeme getirilen iddialar ile ilgili olarak Tarım Bakanlığı "Kamuoyunda Gündeme Gelen Asılsız İddialar ve Gerçekler" adı altında bir kitapçık yayınladı. Kitabı alıp okuma imkânım oldu. Okuduğumda gerçekten çok şaşırdım. En az 30 yıldır sektör içinde olan biri olarak bu kadar mükemmel bir durumda olduğumuzu bilmiyordum (!). Bu sayede öğrenmiş oldum. Şu ana kadar bildiklerimin tamamının yanlış ve eksik olduğu gördüm (!). Peki neler yazıyor diye sorabilirsiniz. Onları da kısaca burada tek tek maddeler halinde yazacağım. 1) Türkiye Tarımda Net İthalatçı Konumda ve Kendi Kendine Yetmiyor.
Cevap: "Türkiye, gıda ve tarım ürünleri dış ticaretinde net ihracatçı bir ülkedir. İktidarlarımız döneminde ülkemizin bu durumunu daha da çok güçlendirdik. 2002 yılında 3,8 Milyar $ olan Tarımsal ihracatımızı 4,6 kat artırarak 17,7 Milyar $'a yükselttik. Böylelikle tarımsal ithalatçı değil net ihracatçı bir ülke olduğumuzu ortaya koymuş olduk." Denilmektedir. Ayrıca Türkiye'nin tarımsal hâsıla da Avrupa'da birinci sırada olduğu ifade edilmektedir. Hemen yeri gelmiş iken şu belirtmekte yarar vardır; gerek bitkisel ve herekse de hayvansal ürünlerin fiyatları verilirken üreticinin ürettiği ürünü hiçbir aracı kullanmadan sayısında oluşan fiyat olarak ifade edilir. Ülkemizde tarımsal ürünlerin çok büyük bir bölümü aracısız pazar bulamamaktadır. Bu nedenle en başta yapılan bu açıklama yeterli değildir. Tarlada 1 lira olan ürün pazara geldiğinde 10 lira olabilmektedir. Yapılan hesaplamada eksiklikler vardır. Üretim değerleri hesaplamasında çayır ve meralara ait üretim değerleri işleme katılmamaktadır. Çayır ve meralarımızın tahmin edileninde ötesinde çok kötü durumda olmaları nedeniyle hesaplamaya katılması durumunda rakamların çok daha aşağıya ineceği açıktır. TÜİK tarımsal üretim değerini şu şekilde hesaplamaktadır;
TÜD = Bitkisel üretim değeri + Hayvansal ürün üretim değeri + Canlı hayvan üretim değeri Ancak burada yine bir eksiklik bulunmaktadır. Tarımsal hâsıla ile tarımsal ithalat yan yana verilerek aslında yanlışlık yapılmıştır. İkisi farklı konulardır ve tarımsal hâsılanın azlığı ya da çokluğu ithalatın azlığı ya da çokluğu ile ilgili değildir. Bunlar farklı alanlar ve konulardır. Tarımsal üretim değeri belli bir performansın olduğunu ifade edebilir. Başka bir şey bizlere söylemez. Hatta üreticilerin ekonomik durumu hakkında hiçbir bilgi vermez. Çünkü alına değerler ortalama değerlerdir ve 2 hayvanı olan ile 2000 hayvanı olanı aynı sepet içerisine atılarak değerlendirme yapılmaya çalışılır ki bu gerçekçi değildir. Örnek vermek gerekirse Hindistan verilebilir. Hindistan tarımsal üretim olarak dünyada üçüncü sıradadır. Ancak aynı zamanda aşırı yoksulluğu ve sefaletin yaşandığı bir ülkedir. Hatta dünya genelinde sefaletin içinde bulunan her 4 kişiden birisi Hindistan'da yaşamaktadır. 2) Tarımsal Destekleri Artırdık
Cevap: "2002'de neredeyse tek bir kaleme indirgenmiş tarımsal destekleri, verimlilik, kalite, gıda güvenilirliği ve kırsal kalkınmayı esas alacak şekilde yeniden düzenledik. Tarım sektörüne 2002 yılında toplam 1,8 Milyar TL destek verilmiş iken, 2018 yılında ise toplam 14,5 Milyar TL nakit destek sağlanmıştır. 8 kat artış sağladık 2017 yılında uygulamaya giren "Havza Bazlı Destekleme Modeli" kapsamında; ülkemiz için stratejik öneme sahip, insan sağlığı-beslenmesi, hayvan beslenmesi ve bölgesel önemi olan 21 ürün en uygun yetiştirildiği havzalarda destekleme kapsamına alınmıştır. 2002 yılında bitkisel üretimde 5 ürüne prim desteği veriliyorken 2010 yılında bu sayıyı 17 ürüne çıkardık. 2002 yılından günümüze kadar hayvancılık destekleme ödemelerinde 45 Kat artış sağlanmıştır. Bitkisel üretimde zararlı organizmalar ile mücadelede, zirai ilaç kullanımının azaltılması, kalıntının önlenmesi ve sürdürülebilir üretimin sağlanması amacıyla kimyasal mücadeleye alternatif yöntemlerden biyolojik ve biyoteknik mücadele uygulayan üreticilere destekleme ödemesi verilmektedir. Son 7 yılda desteklenen uygulama alanı 15 kat artmıştır." Söylenenler doğrudur. Ancak gözden kaçan konu bu değildir. Asıl sorun desteklerin hangi ürünlerde yoğunlaştığı ve nerelere verildiği ile ilgilidir. Destek verilen miktar artarken oransal olarak bakıldığında ise azaldığını görebiliriz. Bunu şu şekilde açıklayarak biraz daha netleştirelim: Ülkemizde sadece buğday, mısır, soya, ayçiçeği, pamuk, sığır, koyun ve kırmızı et ithalatına 2017 yılında 20,6 milyar TL ödenmiştir. Ancak aynı yıl içinde bütün tarım kesimine 12,7 milyar TL destek verilmiştir. Buna göre yukarıda verilen 8 adet tarım ürünü ithalatı için verilen para tarımsal destek olarak verilen paranın %62 daha fazlasıdır. Bu acı bir şeydir ve kesinlikle gözden kaçırılmaması gerekir. Ayrıca desteklerin havza bazlı yapılması güzel, ancak havza bazına verilen desteklerin hangi ürünlerde yoğunlaştığının da sorgulanmadığı görülmektedir. Bazı havzalarda belirlenen ürünlerin hangi amaçla belirlendikleri ise tam olarak anlaşılamamaktadır. Örneğin Bingöl Merkez ilçede çeltik bitkisinin destekleneceği ifade edilmektedir. Bingöl yapı olarak tarım arazisi çok az olan illerimizdendir. Bingöl ili toplam tarım alanı 59140.0 ha'dır. Bunun ancak %10'luk kısmı merkezdeki arazidir. Alan olarak çok küçük bir alanı kapsamaktadır. Bu nedenle çok gerçekçi bulunmamaktadır. Benzer şekilde Yozgat ilinde pek ilçede aspir bitkisi desteği verileceği ifade edilmektedir. Ancak aspir bitkisini üretenler maalesef satacak yer bulamadıkları için üretmek istememektedirler.
3) Tarımsal Destekler Kırsala Ulaşmıyor.
Cevap: "AB Komisyonu tarafından belirlenen kriterleri sağlayan 42 ilimiz IPARD kapsamında desteklenmektedir. Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumumuzca yürütülen desteklemelerin yanında, 42 ilin dışında kalan 39 ilimizde IPARD benzeri ulusal destek programları oluşturulmuştur. Bu çerçevede Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Programı (KKYDP) desteklerinin kapsamı genişletilerek destek limitleri de artırılmıştır. Ayrıca Genç Çiftçi Projesi kapsamında kırsaldaki gençlerimize istihdam sağladık. Kırsal Kalkınma Alanında gerçekleştirdiğimiz 25 Bin Proje ve toplam 9 Milyar TL hibe ödemesi ile 200 Bin Yurttaşımıza İstihdam sağladık." Verilen rakamlar başarılı olunduğunu göstermektedir. Ancak burada sorulması gereken bazı sorular vardır; Kırsal alanların kalkınma stratejileri ve planlar doğrultusunda geliştirilmesi esası vardır. Gerçek anlamda bu gelişme sağlanmış mıdır? Devamında sorulacak soru ise yapılan teşviklerin neden bu gelişmeyi sağlayamadıklarıdır. Eğer gözle görülür bir iyileşme ya da gelişme olsaydı bunun hissedilmesi gerekirdi. Ancak bu görülmemektedir. Burada bir sıkıntı vardır. Ya tanıtım eksikliği vardır ya da gerçek bir gelişmeden söz edilememektedir. Üreticilerin piyasa koşullarında faaliyetlerini sürdürmesi ve tarımsal üretimde devamlılıklarının sağlaması gerekir. Yapılan desteklerden yararlanan işletmelerin kaç tanesi üretimine devam etmektedir. Eğer üretime devam edilmiyorsa bunun başarı olarak ifade edilmesi elbette doğru bir yaklaşım olarak kabul edilmeyecektir. Tarımsal desteklemeler yapılırken aynı zamanda gıda güvenliği ve gıda güvencesinin de verilmesi gerekir. Yapılan desteklemeler ile ne tür gıda ürünleri üretimi yapılmıştır. Bunların gıda güvenliği ve güvencesi bakımından ne tür çalışmalar yapılmıştır. Yapıldı ise başarı oranı nedir? Açıklanması kafalarda oluşabilecek olan soru işaretlerinin giderilmesinde faydalı olacaktır. Özellikle yurt içinde üretim bakımından eksikliği duyulan ürünlerin desteklenmesine ağırlık verilmesi gerekir. Bu desteklemelerin en önemli özelliklerindedir. Bu açıdan ülkemizde üretilen ve yeterli olmayan hangi ürün ve ürünlere ne kadar destek verilmiştir. Verilen desteklerin sonucunda üretimde gözle görülür bir değişiklik olmuş mudur? Olmadıysa nedenleri araştırılmış mıdır? Destekleme yapılırken hayvancılık sektörünün ihtiyaçları karşılanmaya çalışılırken, aynı zamanda tarıma dayalı sanayi işletmelerinin hammadde ihtiyaçlarının da karşılanması istenir. Hayvancılık sektörü için temel girdi yem maddesidir. Yem maddesi üretimi bakımından ne kadar destekleme yapımlı ve bundan başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Benzer şekilde sanayi için ne tür çalışmalar yapılmıştır? Bunlar net olarak verilmediği sürece çok anlamlı olmayacaktır. Uluslararası piyasalarda rekabetçi ürünler ile ön plana çıkarak dış ticarette avantajlı konuma gelmek önemlidir. Tarımsal desteklemelerin bir diğer yanı da budur. Bu konuda ne tür desteklemelerin yapıldığına dair bir bilgi bulunamamaktadır. Tarımsal desteklemeler ile kısal alanda tarımsal üretim yapan üreticilerin refah seviyelerinin artırılarak yaşam standartlarını yükseltmek düşüncesi ön plandadır. Yapılan desteklemelerin üreticilerin yaşam standartlarında ne tür iyileştirmeler sağladığı açıklanmalıdır. Sağlanan destekler kırsalda yaşanan üreticilerin yaşam standartlarında iyileştirmeye sebep olmuyorsa gerçekçi de olmayacaktır. Bunları neden öğrenmek istediğimize gelince; Yapılan desteklemelerin çok ta başarılı olmadığı ve üreticileri kırsalda tutmaya yetmediği görülmektedir. Yıllardan beridir yapılan desteklemelere rağmen son 10 yıl içinde 3 milyondan fazla üretici üretimi bırakarak şehirlere göç etmek zorunda kalmıştır. Neden göç etmek istediği araştırılmamıştır. Ayrıca 24,5 milyon hektar olan tarım alanlarımızın yaklaşık olarak 5,5 milyon hektarı maalesef tarım dışı kalmıştır. Bu alanlarda üretim yapılmamaktadır. İstatistiksel verilere bakıldığında havyacılığın geliştirilmesi için verilen desteklemelerin neredeyse 25 katına çıktığı görülmektedir. Ancak hayvan sayısının artması bir yana azaldığı görmekteyiz. Demem ki ciddi bir sıkıntı vardır ve bu aşılamamaktadır.
4) Bitkisel Üretimimiz Azalıyor Cevap: "Hükümetlerimiz döneminde, başta buğday, mısır, çeltik ve ayçiçeği olmak üzere birçok üründe Cumhuriyet tarihinin üretim rekorları kırıldı. 2002 yılında 98 milyon ton olan bitkisel üretim miktarı 2018 yılında 117 milyon tona ulaşmıştır. Diğer bir deyişle %19 artış sağlanmıştır." Burada yine itirazımız olacak. Çünkü verilen bu rakamlar rakam olarak doğru ancak içerik olarak yanıltıcıdır. Çünkü bu rakamların içinde aklınıza gelen ya da gelmeye- bildiğiniz ya da bilmediğiniz her türlü tarla bitkisi, her türlü sebze ve meyve bulunmaktadır. Toplam verilince hangi ürünlerde artma ve hangilerinde ise azalma belli olmamaktadır. Oysa ürün bazında verilmesi gerekir. Örnek vermek gerekirse 2018 yılı için bakıldığında 2017 yılına göre tahıllarda ve diğer bitkisel ürünlerde ortalama olarak %5,8, sebzelerde ise ortalama %2,6 oranında üretim azalması gözlemiştir. Buna karşın meyveler, içecek ve baharat bitkilerinde ise %0,8 oranında artış gözlenmiştir. Buğday üretimi %7 oranında azalarak 20 milyon ton, arpa üretimi %1,4 oranında azalarak 7 milyon ton, bakla %13,8 oranında azalarak yaklaşık 5,9 bin ton, kırmızı mercimek %22,5 oranında azalarak 310 bin ton, yumru bitkilerden patates ise %5,2 oranında azalarak yaklaşık 4,6 milyon ton, tütün üretimi %14,4 oranında azalarak 80 bin 200 ton, şeker pancarı üretimi ise %10,6 oranında azalarak 18,9 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Yıllara göre değişimler olmakla birlikte 2002-2018 yıllarının ortalamalarını yapılan bu değerlendirme gerçekçilikten oldukça uzaktır.
5) Ülkemiz Saman İthalatına Muhtaç Hale Gelmiştir Cevap: "Ülkemiz yıllık saman üretimi ortalama 25 Milyon tondur. İthal ettiğimiz saman ise kamuoyunda maniple edildiği gibi bahsedilecek ölçekte değildir. Çeşitli sebeplerden ötürü ithal edilen saman miktarı sadece 9.525 tondur. Bu da toplam üretimin 10.000'de 4'üne denk gelirken, toplam değeri 1 Milyon $ bile değildir." Miktar olarak önemli değildir. Buna katılıyorum. Ancak burada asıl sorun psikolojik etkidir. Saman ithal eden bir ülke olarak adlandırılmak oldukça alçaltıcı bir cümledir. Bu nedenle gerekçesi ne olursa olsun saman ithal edilmesi doğru olmadığı gibi gerçekçi de değildir. Hele de "Paramız var ki ithalat yapıyoruz" demekle hiç olmaz. Saman ülkemizin hayvancılığın temel besin ihtiyaçlarının karşılanmasında çok önemli yeri vardır. Hiçbir şey bulamazsak hayvana saman veririz ve özellikle hayvanlarımız yerli ya da melez ise bunu severek yerler. 6) Ülkemiz Tohumculukta Dışa Bağımlı Hale Geldi
Cevap:" Türkiye'yi, kendi tohumluğunu üreten ve ihraç eden bir ülke konumuna getirdik. Biyolojik çeşitliğimizi koruyan büyük projeler yaptık. Türkiye tohum üreten ve ihraç eden bir ülkedir. Hâlihazırda 85 ülkeye tohum ihracatı yapmaktayız. Tohum ve fidan ilk kez hükümetimiz döneminde destekleme kapsamına alındı. Tohum dış ticaretinde ihracatın ithalatı karşılama oranı; 2002'de %31 iken, 2018'de %84'e yükselttik. Bugün meyvecilikte kullanılan fidan ve fidelerin %96'sı yurtiçinde üretilip sertifikalandırılmaktadır. Sertifikalı fidan üretimi ilk defa 2016 yılında destekleme kapsamına alınmıştır. Türkiye sertifikalı hububat tohumu üretiminde %100 kendine yeter durumdadır. 2002 yılında 4 milyon adet olan sertifikalı fide/fidan üretimi 2018 yılında yaklaşık 47 kat artışla 188 Milyon adet'e yükselmiştir. Yapılan AR-GE çalışmaları ile yerli ve milli tohumlarımızın verimliliğini artırdık. Yerli gen kaynaklarını ve biyolojik çeşitliliği koruyoruz. Milli mirasımız olan tohumlarımızı gelecek nesiller için Tohum Gen Bankalarımızda muhafaza ediyoruz." Kullanılan kelimeler ve cümleler tamamen genel ifadelerden oluşmaktadır. Ülkemiz kendine döllenen bitkilerden olan serin iklim tahıllarının tohumluğu konusunda sorun yaşamamaktadır. Zaten hiç yaşamamıştır. Asıl sıkıntı yabancı tozlanan bitkilerin tohumluklarında olmuştur. Örneğin mısır bitkisi yabancı döllenen bir bitkidir. Buğday bitkisinin tohumluğu 5 yılda bir yenilenmesi gerekirken, mısır bitkisinin ki ise her yıl yenilenmesi gerekir. Aksi takdirde verim büyük ölçüde azalır. Mısırda tohumluk üretimi konusunda büyük ölçüde yabancı firmaların Pazar haline gelmiştir. Bunun temel sebebi ise üretilen tohumlukların yeterli olmamamsı, yeterli olanların zamanında üreticiye ulaştırılamaması ve ulaştırılanların ise rekabet güçlerinin düşük olmasıdır. Bunun dışında sebze tohumluklarının önemli bir kısmı dışarıdan gelmektedir. Bunlar içinde İsrail ve İtalya ön plandadır. Dünya tohumluk borsasının İtalya'da olması İtalya'yı avantajlı konuma getirmektedir. Bakanlığın belirttiği tohum ihracatı ise ayrı konudur. Çünkü tohum ayrı tohumluk ayrıdır. Tohumluk ihraç edilebilir nacak tohumluk ihraç etmek büyük başarıdır. İnşallah onu da başarabiliriz. 7) Sulama Yatırımları Yetersiz Cevap: "2003-2018 yılları itibariyle DSİ tarafından toplam 156 milyar TL'lik yatırım yaptık. 563 baraj, 547 HES, 236 içme suyu tesisi, 1332 sulama suyu tesisi, 4782 taşkın koruma tesisi, 17 atık su tesisi, 303 gölet ve 44 hayvan su içme göleti yaptık. KKTC Su Temin Projesi, Melen İçme suyu Projesi, Gelibolu Gökbüet İçme suyu Projesi, Ermenek Barajı, Mavi Tünel, Çine Adnan Menderes Barajı ve HES, Deriner Barajı ve HES, Borçka Barajı, 1001 Gölet ve Bent, Dalaman Akköprü Barajı, Gördes Barajı, Zamantı Tüneli, Suruç Tüneli ve Sulaması ve Naras Barajı yapıldı." Ayrıca elektrik konusunda "79 yılda 12.500 MW kurulu güce ulaşmışken, son 15 yılda mevcut kurulu gücümüzün üzerine 16.000 MW ekleyerek, toplam kurulu gücümüzü yaklaşık 2,5 kat arttırdık." Burada biraz durmak gerekiyor. Nedenine gelince yukarıda verilenlerin kaç tanesi tarımla ilgili konu diye sormak gerekiyor. Yapılanların tamamına yakını tarımla doğrudan ilişkili değildir. Bir de anlam veremediğimiz "hayvan su içme göleti" kavramının ne anlama geldiğidir. Ülkemizde bu şekilde bir kavram kullanılmamaktadır. Ancak yurt dışı örneklerinden hareketler çeviri yapılırken bu şekilde çeviri yapıldıysa bir şey diyemem. Doğruda tarımsal üretimi etkileyebilecek olan yatırım miktarının oldukça küçük bir miktarı kapsadığı görülmektedir. Baraj yapılması elbette güzel ve yerinde bir karardır. Ülkenin ihtiyacı olan enerjinin öz kaynaklardan sağlanması kadar doğal bir şey olmaz. Bunlar tarımsa sulama amacıyla yapılmayıp tamamen enerji üretimine yöneliktir. Sulama amaçlı yapılan tüneller için söylenecek bir şey yok. Ancak yapılan tüneller ile aktarılacak suyun aktarıldığı yerin fauna ve florasına nasıl etkiler yapacağının araştırılması faydalı olacaktır. Çünkü bunlar o bölgenin doğal ekolojisinin birer parçalarıdır ve endemik özelliklere sahipler ise nesilleri tükenebilir.
8) Orman yangınlarına yeterince müdahale edilemiyor Cevap: "Orman Yangınlarıyla Mücadele çalışmaları kapsamında, "Orman Yangın Yönetim Sistemi" ile insan gücü, kara ve hava araçlarını tek merkezden yöneterek Türkiye'yi, orman yangınlarıyla mücadelede çevre ülkelere de her an yardım edebilecek güçlü bir yapıya kavuşturduk. Orman yangınlarıyla mücadelede Ülkemiz Akdeniz Ülkeleri arasında en başarılı konumdadır. En az yanan alanla Akdeniz Ülkeleri arasında lider konumdayız. Bunun için Ormanlarımızı 776 adet kuleden 24 saat gözetliyoruz. Yangına 1.derece hassas bölgelerde ortalama ilk müdahale süresini 2018 yılında 14 dakika olarak gerçekleştirdik. Son 10 yıl dikkate alındığında yıllık ortalama yangın başına 3,74 hektar orman alanı zarar görmüşken, 2018 yılında bu alan 2,60 hektara gerilemiştir. Son 10 yıllık verilere göre 2018 yılında yanan alanda %63 azalma sağlanmıştır. Anayasa ve Orman Kanunu ile yanan alanların yeniden ağaçlandırılması ve başka amaçla kullanılmaması güvenceye alınmıştır." Orman Mühendisleri Odası'nın verilerine göre her yıl 1028 adet orman yangını yaşanmaktadır. 1937'den günümüze kadar çıkan 70 bine yakın yangında yaklaşık 1 milyar 600 bin hektar yani 16 milyon dönüm orman alanı yok olmuştur. Yangınların çıkmasının pek çok sebebi sayılabilir. Son yıllarda yapılan değişiklikler ile orman alanları 61 değişik sektör için 1 milyar hektar alan yani 10 milyar dönüm ormanlık alan 49 yıllığına kiraya verilmiş durumdadır. Aslına bakılırsa orman vasfından çıkarılmış desek daha doğru olacaktır. Çünkü 49 yıl sonra orada orman bulabilir miyiz aslında bilemiyoruz. Ancak büyük ihtimal le bulamayacağız. Bu rakamı anlaması zor olabilir. Bunun için söyleyeceğim daha somut rakamı şöyle söyleyebiliriz: Belirtilen alan Türkiye Cumhuriyeti topraklarının tamının yüzde 10,84'ünü ifade etmektedir. Diğer bir deyişle ülke topraklarının yaklaşık %11'inin kullanımı bize ait değildir. Altın madeni ya da mermer çıkarmadan çöp alanına kadar her alanda ormanlar kullanılmaktadır. Ormanlar aslında sahipsiz alanlar olarak görülmektedir. Orman köyü ve orman köylüsü kavramı ortadan kalkmıştır. Ormanları orman köylüleri çok güzel koruyabiliyorlardı. Ancak özelleşme ile bu imkânda ortadan kalkmış oldu. Yangın söndürmenin özel sektöre devredildiği doğru se o daha vahim bir durumdur. Çünkü hatırlanacağı gibi yazın yangın söndürecek uçak bulunamadı. Suçlu aramak yerine gerekenler yapılmış olsaydı çok daha faydalı işler yapılmış olunurdu. Ancak bu konuda yetersiz kalındığı görülüyor. 9) Ülkemizde yeşil alanlar ve toprak varlığımız azalıyor Cevap: "Son 16 yılda Dünyadaki orman varlığı azalırken, Ülkemiz orman varlığını artıran nadir ülkelerden biri olmuştur. 2002 yılında orman alanlarımızdaki ağaç sayısı yaklaşık 16.1 milyar iken 2018 yılında bu sayı 21.8 milyar adete ulaşmıştır. Bugün itibariyle orman alanımız ülke alanımızın % 29'unu kaplamaktadır. 2023 yılı orman varlığı hedefimiz 23.4 milyon hektar olup ülke yüzölçümünün %30'unu kapsaması hedeflenmektedir. "5000 Köye 5000 Gelir Getirici Orman Projesi" kapsamında bugüne kadar 4.500 köyde 13,3 Milyon adet gelir getirici tür fidanı dikilmiştir. Tarımsal üretim potansiyeli yüksek, erozyon, kirlenme, amaç dışı veya yanlış kullanımlar gibi çeşitli nedenlerle toprak kaybı ve arazi bozulmalarının hızlı geliştiği ve ortalama eğimi %8 ve 100 hektardan büyük ovalarımızı koruma altına alıyoruz. Bu Kapsamda 64 ilde toplamda 7 Milyon 155 bin Hektar olan 265 adet Ovamızı Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanı Kararnameleri ile koruma altına aldık. Koruma altına alınan ova sayımızı 2023 yılına kadar 300 adede çıkaracağız." Gerçekten güzel ve aynı zamanda heyecan verici. Eğer başarılı olunursa ülkemiz için çok güzel olur. Sayın bakanın "tarımsal üretim potansiyeli yüksek, erozyon, kirlenme, amaç dışı veya yanlış kullanımlar gibi çeşitli nedenlerle toprak kaybı ve arazi bozulmalarının hızlı geliştiği bu illerdeki ovalar artık koruma alanı olarak "Ortalama eğimi yüzde 8'den az olan, 10 hektardan büyük planlı alanlar hariç büyük ova sınırları içerisinde kalan tüm araziler, büyüklüklerine bakılmaksızın büyük ova statüsünde kabul edildi. Toprak, iklim, topoğrafya ve ekolojik özellikleri, tarımsal üretim potansiyeliyle ilgili kriterler dikkate alınarak büyük ova sınırlarını çizdik." şeklindeki açıklamasında dikkatimizi çeken bir nokta yer almaktadır. Cümlenin başında yer alan "Ortalama eğimi yüzde 8'den az olan, 10 hektardan büyük planlı alanlar hariç" anlatımının ne anlama geldiğini tam olarak anlayamadık. Bu alanlar neden hariç tutulmuştur. 10 hektar demek aynı zamanda 100 dekar demektir. 100 dekardan daha büyük olan alanlar neden koruma altına alınmamıştır. Küçük alanların korunmasının sağlanması ne kadar doğru ve yerinde bir kararsa büyük alanların korunmaması da aynı şekilde yanlış bir karardır. Ancak büyük alanların farklı şekillerde korunması düşünülüyorsa o zaman diyecek bir şeyimiz kalmaz.
10) Girdi (mazot, tohum ve gübre destekleri) destekleri yetersiz Cevap: "Mazot desteğini ilk kez 2003 yılında başlattık. Mazot ve gübreye bugüne kadar, toplam 20,1 Milyar TL destek verdik. 2019 yılında 2,3 Milyar TL mazot destekleme ödemesi yaptık. Bu yıl mazot desteğini artırdık. Nadas alanlarında ise dekara 6,81 TL destek sağlıyoruz. Mazot maliyetinin %50'sini karşılıyoruz. Gübrede %18, karma yemde %8 olan KDV'yi 2016 yılında kaldırdık." Mazot desteği bu ülkede 2003'te başladı demek önceki hükümetlere haksızlık yapmak olur. Bu ülkede mazot desteği her zaman vardı. Farklı isimler altında veya yöntem olarak farklı şekilleri olabilir ama hep vardı. İlk kez uygulanıyor cümlesinin yanlışlıkla yazıldığını düşünüyorum. Tarımda desteklemeler yapılıyor. Ancak oransal olarak bakıldığında her yıl biraz daha azaldığını görebiliyoruz. Hatta 2020 yılında destekleme sisteminde köklü değişiklilerin yapılacağı ve bunun içinde hazırlıkları tamamlandığı belirtilmektedir. Aldığımız bilgilere göre desteklemelerin biraz daha azalacağı ve azalan desteğin alınmasının da zorlaşacağı belirtilmektedir. Özellikle mazot kullanımında bir dekar arazi için buğday için 6.5, arpa için 5.0, mısır için 12.0, pamuk için 21.0, çeltik için 20.5, şeker pancarı için 12.5, ayçiçeği için 7.5, nohut ve mercimek için ise 6.6 litre mazot yakılmaktadır. 100 dekar buğday eken bir çiftçi yıllık 650 litre mazot kullanacaktır. Günümüzde bir litre mazot 6.6 liradan satılmaktadır. Buna göre 100 dekar buğday arazisine yaklaşık olarak 27 885 liralık mazot gerekecektir. Bu ise araziden alınacak ürün bedelinin yaklaşık olarak %20'sine karşılık gelmektedir. Gübreleme, ilaç, alet ve ekipmanların amortisman ve yıpranmaları ile işçilik gibi diğer girdileri hesapladığımızda zaten üreticinin ciddi anlamda sıkıntılar yaşadığını görebiliriz. Desteklemelerin günün şartlarına uygun hale getirilmesi ve uygulanabilir olması gerekir. Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri'nde uygulanan teşvik sistemleri incelenebilir. Ancak buna gerekte yoktur. Çünkü uzun yıllara dayanan bilgi, görgü ve tecrübeye sahip bir bakanlık personeli vardır. Bakanlık personeline güvenilirse onlar bu işin en iyisini yapabilirler.
11) Şeker pancarı üretim miktarı ve verimi düşüyor Cevap: "Son 15 yılda pancar üretiminde % 15 artış sağladık. Son 15 yılda pancar üretiminde dekar başına verimde % 41 artış sağladık. 2002 yılında dekarda 4,4 ton olan verimi 2018 yılı itibarıyla 6,2 tona çıkardık. Nişasta Bazlı Şeker kotaları indirildi ve şekerpancarı üretimi artırıldı.2019/2020 pazarlama yılında nişasta bazlı şeker kotaları % 2,5'a indirilmiştir. Böylece, ilave yaklaşık 500 bin ton şekerpancarı kota kapsamında üretilecektir. Halkımızın tükettiği şeker yerli ve milli. Halkımızın tükettiği şekerin tamamı yurtiçinde üretilmekte olup halen bu şekerin yüzde 95'i pancardan elde edilmektedir. 2019/2020 pazarlama yılında ise %97,5'u pancardan elde edilecektir." Pankobirlik'i bilmeyenimiz yoktur. Pancar Ekicileri Kooperatifleri Birliği olarak açılımı vardır. Eğer varsa ben söyleyeyim. Türkiye'nin en önemli şeker pancarı üreticisi birliğidir. 1972 yılında kurulmuştur. Ülkemizdeki 64 ilde yaklaşık 14 bin yerleşim yerinde pancar yetiştiren 1.5 milyon civarında üyesi vardır. Birliğe bağlı 31 kooperatif, 8 adet şeker fabrikası ve 50 den fazla tarımsal ürün çalışması yapan iştiraki vardır. Bunu neden anlattığıma gelince; Bu birlik "Türkiye Şeker İstatistikleri" adı altına bir rapor yayınladı. Belirtilen raporsa Türkiye pancar ekim alanı 209/2010 yılı döneminde 324 000 hektar iken, 2017/2018 döneminde 338 000 hektara çıkmıştır. Aslına bakılırsa ciddi bir artılın olmadığı görülmektedir. Çünkü belirtilen dönemler arasında 2011-2016 yılları arasında şeker pancarı ekim alanı 300 000 hektarın altında kalmıştır. Yine aynı dönemdeki üretim miktarlarına bakıldığında 17 274 milyon tondan 21 149 milyon tona çıktığı görülmektedir. Yaklaşık 4 milyon ton civarında bir artış söz konusu olmuştur. Ancak bu artışın yine son iki yılda gerçekleştirildiğini ve önceki yıllardaki üretim miktarının düşük olduğu belirtmek gerekir. Üretim miktarındaki artışın asıl sebebinin yeni geliştirilen çeşitlerin verimlerindeki yükseklik olarak ifade edilmektedir. Şeker pancarındaki verim 64.5 kg ile dünya ortalamasının altında yer almıştır. Bu veri aslında çeşitlerin verimlerinin çokta yüksek olmadığını göstermektedir. Ancak artışın nedeni tam olarak açıklanamamaktadır. Farklı söylemler olsa da bunlar bizim dışımızdaki gelişmelerdir. Ancak bu veriyi 20 yıl öncesi ile karşılaştırmak gibi bir yanlışlık yağılırsa o zaman artış büyük çıkar. Bunu 50 yıl öncesi ile karşılaştırırsak farkın çok daha büyük çıkacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu veriler ışığında şunu söyleyebiliriz ki, artış vardır. Ancak artış mutlak bir artıştan ziyade konjonktüreldir. Zaman serisi analizi yapıldığında ileride artış eğilimi gözükmemektedir. Aksine sabit bir durum gözükmektedir. Dönemsel olarak görülen değişimler artışın eğiliminin oluşmasına engel olmaktadır. Kararsızlık yerine kararlılığa bıraktığında çok daha sağlıklı tahminlemeler yapılabileceği gibi beklentilerde buna göre değiştirilebilir.
12) Türkiye Un İthal Eder Duruma Geldi Cevap: "Buğday unu ihracatında ülkemiz 2002 yılında Dünyada 11.sırada iken, 2005 yılından beri Dünyada 1'inci sırada yer almaktadır. Bu kapsamda; Son 16 yılda (2003-2019/1 aylık) mamul maddenin (un, makarna, irmik, bisküvi, bulgur vb.) buğday karşılığı dâhil toplam buğday dış ticareti; 53,4 Milyon Ton ithalat yapılmışken, 68,1 Milyon Ton ihracat yapılmıştır." Ülkemiz buğday ve unu hem ithal etmekte, hem de ihraç etmektedir. Özellikle iklimsel değişimlere bağlı olarak yaşanan rekolte düşüşleri nedeniyle iç talebe cevap verilememesi durumunda bu çok kapsamlı olarak yapılmaktadır. Yapılan ihracat ithalatın biraz üzerindedir. İthalat genel olarak un ve buğday olarak yapılırken, ihracat ise un kökenli işlenmiş ürünlerden oluşmaktadır. İthalatın temel sebebi üretilecek olan ürün için gerekli şartları taşıyan unun olmaması veya çok yetersiz olmasıdır. Örnek vermek gerekirse, bisküvi yapmak istediğinizde onun için kullanılacak olan unun bazı özelliklere sahip olması gerekir. Koku, tad, renk ve protein oranı gibi bazı özelliklerin sağlanması gerekir. Bunlar sağlanamadığında bisküvi üretemezsiniz. Üretilende kalitesiz olur. Ülkemizde bisküvilik un üretimi oldukça düşüktür ve ithal edilmesi gerekmektedir. Bakanlık yetkililerinin üretim planlaması yaparak konu ile ilgili olarak çalışmaları durumunda bunun da üstesinden gelinebilir. Çünkü ülkemiz buğdayın ana vatanı konumunda yer alan verimli hilali bünyesinde barındırmaktadır. Ülke olarak potansiyelimiz vardır. Yapılması gereken potansiyeli aktif hale getirebilmektir.
13) Hayvan varlığı sürekli olarak azalmaktadır Cevap: "2002 -2018 yılları arasında Büyükbaş hayvan sayısını %74 artırdık. Küçükbaş hayvan sayısını %44 artırdık. Kanatlı hayvan sayısını %43 artırdık. Arıkovanı sayısını %100 artırdık." Verilen bu rakamlar oransal olarak doğrudur. Ancak artışın niteliksel olarak ne seviyede olduğuna dair bilgi bulunmamaktadır. Hayvan sayısında artış olmasına rağmen hayvanlardan elde edilen et miktarlarında düşmeler vardır. Bununda temel kaynağı beslenme yetersizliğidir. Özellikle meralarımızın sahipsizliklerinin devam etmesi ve bakımsızlıkları ile birlikte yem bitkisi tarımında istenen gelişmenin olmaması yem ithalatına yönelinmesine sebep olmaktadır. Bu ise maliyetleri ciddi olarak artırdığı için üreticileri sıkıntıya sokmaktadır. TÜİK verilerine göre 18 251 000 büyükbaş, 49 816 000 küçükbaş hayvanımız vardır. Son yıllarda da artış göstermektedir. Ancak bunun geneline yayılmadığı görülmektedir. Çünkü Türkiye dünya canlı hayvan ve et ithalatında ön sıralara yükselmiştir. Kırmızı et ithalat miktarı %233 oranında artış göstermiştir. Aynı zamanda değer bakımından da %106 oranında artış olmuştur. Günümüzde Polonya, Fransa, Sırbistan, Romanya ve Ukrayna gibi 25'in üzerinde ülkeden kırmızı et ithal etmekteyiz. Elbette bunlar kemikli kırmızı et ithalatıdır. Kemiksiz et ithalatı ise % 3500 civarında artış göstererek Türkiye tarihinde rekor kırmıştır. Son beş yıl içinde canlı hayvan ithalatı ise yaklaşık %55 oranında artış göstermiştir. Size verdiğim bu değerler Et ve Süt Kurumu'nun verileridir.
14) Gıdalarda GDO denetimi yapılmıyor Cevap: "GDO'lu ürünlerle ilgili işlemler; 26 Eylül 2010 tarihinde yürürlüğe giren "Biyogüvenlik Kanunu" ve yine aynı tarihte yürürlüğe giren "Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik" hükümlerine göre yürütülmektedir. Sadece Hayvan Yemlerinde onaylanmış genler için yurda girişine izin verilmektir. Gıda Amaçlı GDO' lu ürün ithalatına izin verilmemektedir. İthal Edilen Gıda Ürünleri GDO Açısından Sıklıkla TÜRKAK tarafından akredite edilen Kamu ve Özel 56 Laboratuvar tarafından GDO Tarama Analizi, Kamu ve Özel 30 Laboratuvarda ise GDO Miktar Analizi Yapılmaktadır. 2018 yılında, ithalat aşamasında GDO' ya yönelik gıdalarda yapılan resmi kontrollerde yaklaşık %1 oranında olumsuzluk tespit edilmiş olup GDO varlığı tespit edilen gıdaların kesinlikle yurda girişine izin verilmemiştir." Bu cevaba bir itirazımız olacaktır. Greenpeace derneğini biliyorsunuzdur. Genel prensibim yabancıların hazırladıkları raporlara mesafeliyimdir. Ancak GDO konusunda araştırmalar yapan biri olarak doğru olanları da kullanmam gerekiyor. Çünkü ülkemizde bu konuda çok bilgi kirliliği vardır. Yanlış bilgilendirme ve gereksiz algılar oluşturularak yönlendirmeler yapılabilmektedir. Bu dernek uluslararası çalışmalar yapmaktadır. Bu derneğin yaptığı "Türkiye'de GDO'ların denetim zaafları" isimli araştırma sonuçlarına göre, Türkiye'de GDO'lu ürünlerin incelenmesi konusunda laboratuvarlar yetersiz olarak gösterilmektedir. Bunu da şu şekilde açıklamaktadırlar; Türkiye'de bulunan ve akreditasyon belgeleri incelenen laboratuvarlar için hazırlanan raporda, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'na ait 41 laboratuvardan 10'u, bir üründe GDO olup olmadığını tespit edebiliyor. Ancak 4 laboratuvar Türkiye'de izini verilmiş olan GDO'lu ürünlerin tanımlamasını ve ayrıca miktarını belirleyebiliyor. Daha vahimi ise Türkiye'de yasak olan GDO'ların tanımlamasını ve miktar analizini yapabilen laboratuvarımız ise bulunmamaktadır. Biyogüvenlik Kanunu'nunda "Genetik yapısı değiştirilmiş organizma (GDO): Modern biyoteknolojik yöntemler kullanılmak suretiyle gen aktarılarak elde edilmiş, insan dışındaki canlı organizma" olarak tanımlanmaktadır. Biyogüvenlik Kanunu'nun 5. Maddesinden belirtildiği üzere GDO ve ürünlerine ilişkin olarak: a) GDO ve ürünlerinin onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi, b) GDO ve ürünlerinin, Kurul kararlarına aykırı olarak kullanılması veya kullandırılması, c) Genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi, d) GDO ve ürünlerinin Kurul tarafından piyasaya sürme kapsamında belirlenen amaç ve alan dışında kullanımı, d) GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması, yasaklanmıştır. Kanunda idari yaptırımlar, hukuki sorumluluk ve buna müteakip cezai hükümler yer almaktadır. Cezai hükümlerden bazıları şu şekildedir: (1) GDO ve ürünlerini bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ithal eden, üreten veya çevreye serbest bırakan kişi, beş yıldan on iki yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. (2) Bu Kanunda belirlenen esaslar çerçevesinde ithal edilen veya işlenen GDO'ları veya GDO ve ürünlerini, ithal izninde belirlenen amaç ve alan dışında kullanan, satışa arz eden, satan veya devreden ya da bu özelliğini bilerek ve ticari amaçla satın alan, kabul eden, nakleden veya bulunduran kişi, dört yıldan dokuz yıla kadar hapis ve yedi bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. (3) Bu Kanunda belirlenen esaslar çerçevesinde ithal edilen veya işlenen GDO'lardan elde edilen ürünleri, ithal izninde belirlenen amaç ve alan dışında kullanan, satışa arz eden, satan veya devreden ya da bu özelliğini bilerek ve ticari amaçla satın alan, kabul eden, nakleden veya bulunduran kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır." Ancak yasaların olması bir anlam ifade etmemektedir. Önemli olan yasaların uygulanmasıdır. Uygulamanın doğru bir şekilde yapılabilmesidir. Bir diğer konu da tespit edemediğiniz bir şeyin cezasının nasıl vereceğimizdir. Bu konuda da ciddi olarak sıkıntıların yaşandığını biliyoruz. Ancak bu cezaların sadece tespit edilebilenler için olduğunu belirtmek gerekiyor. Kısaca şunu açıklıkla söyleyebiliriz ki GDO konusunda ülkemizde yeterli olarak denetimin yapıldığını söylemek oldukça zordur. Ancak gayretler yetersiz durumda olsa da vardır. Bu gelecek açısından umut vericidir. GDO'Lu ürünlerin genel olarak hayvansal besin olarak getirildiği biliniyor. Özellikle mısır ve soya bitkilerinde yoğunlaşma vardır. Ancak bunlar ile beslenen hayvanların ürünleri insanlara verilmektedir. Bunun ne ölçüde bizleri etkileyebileceği veya etkilediği hakkında net bir bilgi bulunmadığı gibi araştırmada bulunmamaktadır. 15) Patates Ekim Alanları Yasaklanıyor Cevap: "Patates Siğili Hastalığının kimyasal mücadelesi bulunmamakta ve toprakta çok uzun süre etkileri devam edebilmektedir. Bu alanlarda ekim yapılmaya devam edilmesi durumunda diğer patates üretim alanlarına bulaşarak yayılma tehdidi bulunmaktadır. Patates üretiminde sürdürülebilirliğin sağlanması amacıyla sadece bulaşık olan parsellerde karantina tedbirleri alınmakta ve münavebe uygulanmaktadır. Toprak ve Patateslerden rutin alınan numunelerin, Zirai Mücadele ve Zirai Karantina Laboratuvarınca bilimsel yöntemler kullanılarak analizi sonucuna göre karar verilir. Hastalık varsa karantina altına alınır, karantina altındaki bir alansa ve hastalık bulgusu yoksa karantina tedbirleri kaldırılır. Patates ekim alanları yasaklanmamakta, diğer parsellere bulaşmasını önlemek için sadece hastalığın görüldüğü parselde patates ekimi yasaklanmakta olup diğer ürünlerin ekimi serbesttir. Karantinaya alınan parsellere, hububat, baklagil, yem bitkileri vb. ekimi teşvik edilmekte olup bu çiftçinin gelir kaybını önlemek için 3 yılda bir, dekara 110 TL destekleme ödemesi yapılmaktadır. Hastalık, kimyasal kontrol yöntemleriyle yok edilememekte olup tüm dünyada mücadele karantinaya alma, alternatif ürünlerin ekilmesi ve uzun yıllar izleme yöntemiyle yapılmaktadır." Söylenenler dorudur. Patateste gözlenen hastalık ciddi boyutlardadır. Bunun temel sebebi de üreticilerin tarlaya attıkları saf azot miktarının normalin 10 katına kadar çıkmasıdır. Elbette bu bit yılda olan bir şey değildir. Uzun yıllar boyunca bu yanlışlık yapılında topraklarımız can çekişmeye başladı ve patates tarımı bazı yerlerde yasaklandı. Çok doğru bir karardı. Ancak keşke bu duruma gelmeden müdahale edilerek uygun gübreleme işlemleri yapılabilseydi. Ama olmadı. Bunun dışında fiyat politikalarının oluşmaması ve üretim planlaması yapılmaması gibi nedenler ile patates ekim alanlarında azalmalar gözlenmeye başlanmıştır. Ziraat Mühendisleri Odası patates ile ilgili olarak bir rapor hazırlamıştır. Hazırlanan rapora göre; Son 17 yılda 61 bin hektar alanda patates ekiminden vazgeçilmiştir. 1981 yılında 180 bin hektar olan patates ekim alanı 2002 yılında 197 bin hektarın üzerine çıkmıştır. Ancak bu yıldan itibaren sürekli olarak ekim alanları azalmaya başlamıştır. 2017 yılında ise 136 bin hektara kadar düşmüştür. 2010 yılında 81.6 milyon ton patates üreten Çin, 2017 yılında üretimini 18 milyon ton artırarak, 99.2 milyon tona, 2010-2017 yılları arasındaki dönemde Hindistan patates üretimini 36.5 milyon tondan 48.6 milyon tona, Rusya 21 milyon tondan 29.6 milyon tona yükseltmiştir. Bu dönemde Ukrayna'nın patates üretimi 18.7 milyon tondan 22.2 milyon tona, ABD'nin üretimi ise 18.3 milyon tondan 20 milyon tona yükseltmiştir. Türkiye ise 2010 yılında 4.6 milyon ton patates üretimi, 2017 yılında 4.8 milyon ton olmuştur. Bu ise ekim alanlarının azalmasına karşın verimlikte gözlenen artışlardan kaynaklandığı tahmin edilmiştir. Bu durum sadece artan nüfusa göre değil sayısı 10 milyona yaklaşan sığınmacı sayısının (Suriyeli, Afganlı, Pakistanlı, Somalili, Sudanlı, Ermenistanlı, Romanyalı ve pek çok ülke vatandaşı) etkisi ile piyasadaki ürünün azalmasına ve pahalanmasına neden olmuştur.
|
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Virüs fırtınasından sonra Enfeksiyon saldırısı - 26/12/2022 |
Virüs fırtınasından sonra Enfeksiyon saldırısı |
Sıfır Emisyon Mümkün mü? - 14/12/2021 |
Sıfır Emisyon Mümkün mü? |
Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi - 01/07/2021 |
Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi |
Salgın Hastalıkların Kısa Tarihi - 15/06/2021 |
Salgın Hastalıkların Kısa Tarihi |
Kitlesel Yokoluşlar Üzerine - 02/06/2020 |
Kitlesel Yokoluşlar Üzerine |
Yoksulluk Algısı Araştırması-3 - 09/01/2020 |
Yoksulluk Algısı Araştırması-3 |
Tarım Kredi Raporu - 16/12/2019 |
Tarım Kredi Raporu |
Kaçak Zeytinyağı Yerli Zeytinyağı Savaşı - 26/11/2019 |
Kaçak Zeytinyağı Yerli Zeytinyağı Savaşı |
Biyogüvenlik yasası ve GDO’lu Ürünler - 17/10/2019 |
Biyogüvenlik yasası ve GDO’lu Ürünler |
Devamı |