Ufuk KARADAVUT
Sosyal Dışlanma ve Yoksulluk-1
08/02/2019 Sosyal dışlanma kavramı ülkemize ve Türkler ait bir kavram değildir. Dışlanma toplum olarak ne Türk töresine ve ne de İlam inanışına uygun olmadığından tarihte var olduğumuzdan beridir hiçbir zaman bize ait olmamıştır. Bu kavram aslında Avrupa kaynaklıdır ve çıkış noktası da Fransa olarak bilinmektedir. Aslında dışlanma kavramının çıkışı çok eskilere dayanmaz. 1950’li yıllara görülmeye başlasa da bilimsel olarak tanımlanması ve isimlendirilmesi 1960’lı yıllarda olmuştur. Bunun nedeni ise Fransa’da belli bir ekonomik seviyeye ulaşmış olanların yoksul olarak kabul edile ihtiyaç sahiplerlini dışlamaya başlamaları ve onları adeta bir fazlalık olarak göremeye başlamalarıdır. Önceleri ima yolu ile yapılırken daha sonraları ise yüksek sesle ve daha cesurca ifadeler kendini hissettirmeye başlamıştır. Daha sonra ise diğer Avrupa ülkelerinde da hızlı bir şekilde yayılmıştır. Hatta yoksulların şartlarını iyileştirerek ekonomiye ve topluma kazandırmayı bir tarafa bırakarak onları yok etmeyi düşüne bazı ileri zekâlı (!) tipler bile çıkmıştır. Allahtan bunları ciddiye alan pek kimse çıkmadığından orada kalmışlardır. Sosyal dışlanmanın varlığı bir gerçek ise neden çıktığının da bilinmesi gerekir. Sosyal dışlanmanın ortaya çıkmasında en önemli faktörün yoksulluk olduğunu görmekteyiz. Bunu gelir dağılımındaki adaletsizlik, göçler ve eğitim seviyenin düşüklüğü olarak kabul edilebilir. Ayrıca, bireylerin sosyal güvencelerinin olmaması da ayrıca bunlara eklenebilecek özellikler arasında sıralanabilir. Fransa’da hızla yayılan dışlanma olgusu ile 2000’li yıllara gelindiğinde artık devlet başkanları tarafından da kullanılmaya başlanmıştır. Hatta biraz daha ileri gidilerek dışlanmanın sadece yoksullara özgü bir şey olmadığı bazı gruplarında dışlandıkları vurgulanmaya başlamıştır. Genel olarak Avrupa halkının en az %15’inin bir şekilde dışlandığı belirtilmektedir. Dışlanma bazen sözlü olarak ifade edilse de bazen de fiili olarak eylemlerin yapıldığı görülmüştür. Ancak ne tür dışlanma olursa olsun temelinde yoksulluk ve eşitsizlik var olmuş ve büyüyerek devam etmiştir. Halen daha günümüzde dışlananların önemli bir kısmı eşitsizlikten kaynaklanan sıkıntılardır. Bunun ciddi sıkıntılar getireceğinin farkına varan idareciler dışlanma ve dışlanmanın ortadan kaldırılabilmesi ya da en azından azaltılabilmesi için çalışmalar başlatmışlardır. Dışlanmayı toplum içinde var olan toplumsal yapının zayıflaması ve bireyleri birbirine bağlayan bağların artık kopma noktasına kadar geldiğinin bir göstergesi olarak kabul edilmeye başlanmıştır. İngiltere Fransa’dan sonra bu konuya en çok ilgi gösteren ülke olmuştur. Özellikle yoksulluğun en ağır şekilde hüküm sürdüğü bölgelerde ciddi anlamda sıkıntıların yaşanması yönetimin konu üzerinde hassasiyetle durmasına sebep olmuştur. Buna bağlı olarak ta dünya tarihinde bir ilk olmak üzere “Dışlanma Birimi” kurulmuştur. İngiltere hükümeti konuyu Fansa gibi toplumsal bir olgu olmaktan ziyade gelir adaletsizliği ve gelir dağılımının düzeltilerek dışlanmanın giderilmesi temeline dayandırdığından daha başarılı olabilmiştir. Avrupa Birliği ise konuyu önceleri görmezden gelmeye çalışırken, birlik içinde yaşanan olayların olumsuz etkilerinin artmasıyla ilgilenme gereği duymuştur. Birliğe bağlı ülkelerde yaşanan işsizliğin göz ardı edilemeyecek şekilde artmaya başlaması, yoksulluğun özellikle uluslararası göç ile birlikte artış göstermesi ve aile yapısında gözlenen bozulmalar dikkatlerin bu yöne çekilmesini sağladı. Özellikle işsizlikle birlikte kendini gösteren yoksullaşma ve beraberinde yaşanan aile bağlarında kopuş sonucunda devletin var olma sebeplerinin de ortadan yavaş yavaş kalkmaya başladığını görmeye başlamışlardır. Devletin genel olarak refah seviyelerinde ciddi olarak azalmaların olması son nokta olarak kabul edilmiştir. Buna yönelik olarak ta farklı politikaların geliştirilmesi için çalışmalar başlatılmıştır. Bu kapsamda birlik ülkelerine yapılan sosyal ve ekonomik yardımlar yoksulluğun giderilmesi için önemli ve olumlu katkılar yapmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise dışlanma kavramı biraz daha farklı işlemiştir. Amerika’nın yapısal olarak oldukça heterojen olması ve benzerliklerin çok az olması doğal olarak düşünce yapısında ve uygulamada farklılıkların oluşmasına sebep olmuştur. Dışlanma sadece ülke içinde yaşama şansını arayan zenciler ve diğer ülkelerden gelen göçmenler için yapılmıştır. Bu ülkede yaşanılanların sonucu olarak bireyler alt sınıf ya da üst sınıf gibi kategorize edilmeye başlanmıştır. Kategorizasyon arttıkça ayrışma artmıştır. İlk zamanlar bunun bu kadar önemli sonuçlar doğuracağı bilinmezken, zaman içerisinde yeni düzenlemelere gidilere ortak bileşenlerde buluşulmasına çalışılmıştır. Günümüz Amerika’sında halen daha ayrışma ve dışlanma seviyensin azalarak ta olsa devam ettiğini görebilmekteyiz. Aslında zenci ya da göçmen ayrımının asıl sebebini de yoksulluk oluşturmaktadır. Zenciler ve göçmenlerin önemli kısmı yoksulluğun en alt tabakasında yaşamaktadır. Ayrıştırma arttıkça yoksulluk artmakta ve yoksulluk artıkça da dışlanma artmaktadır. Aslına bakılırsa tam bir kısır döngü oluşmuştur. Bunun böyle devem edemeyeceğini anlayan yöneticiler yoksul ve dışlanmış olarak kabul edilen vatandaşları sahiplenebilmek için çok sayıda sosyal proje gerçekleştirmiş ve halen daha buna devam etmektedirler. Sosyal dışlanma genellikle yoksullukla ve buna bağlı olarak yaşanılan ya da yaşatılan eşitsizlik ile tanımlanabilmektedir. Toplumun yapısına bağlı olarak ta yabancılaşmayı veya marjinalliği de kapsayabilmektedir. Kullanımı bölgeden gölgeye ve ülkeden ülkeye değişse bile içerik ve anlam olarak aynı şeyi ifade etmektedir. Algı olarak yoksulluk-dışlanma ikilisi bir sarmal halinde hareket etmektedir. Yoksulluk arttıkça dışlanma artarken, yoksulluk azaldıkça da dışlanma azalmaktadır. Yoksulların ülke içinde üretilen hasıladan yeterinde pay alamadıkları için yoksul oldukları iddia edilebilir. Ancak bu iddianın doğru olduğu söylemek yanlış olacaktır. Üretebilecek olanların üretim süreçlerine katılmadan sadece tüketici olarak bulunmaları ile oluşan yoksulluk ile çalıştığı halde karşılığın alamamaktan kaynaklanan yoksulluk ayır şeylerdir. Çalıştığı halde adaletsiz bölüşümden ve düzensizlikten kaynaklanan yoksulluk bireylerin asla yaşmaması gereken yoksulluktur. Oysa diğeri hiçbir iş yapmadan ve üretmeden üretimde pay sahibi ola isteğidir. Doğru bir yaklaşım değildir. Bunun için her kesin üretime gücü nispetinde katılımının sağlanması gerekir. Bunlar yapılırken, yoksulluğun doğası asla göz ardı edilmemelidir. Çünkü yoksulluk aynı zamanda dezavantajlı bir şekilde toplumda yer almak anlamını taşıyabilir. Ayrıca bu özelliklerinin bunun süresinin de önemli olacağının bilinmesi gerekir. Yani dezavantajlı olmak ne kadar sürede bizi etkileyecektir ve bu özelliği en kısa süre de nasıl üzerimizden atabiliriz. Ayrıca ülke içinde olabileceği gibi dünya genelinde bazı bölgelerde yoksulluğun yoğunlaşabildiği görülebilmektedir. Bu ise o bölgelerin zaman içinde dışlanmasını beraberinde getirebilmektedir. Afrika kıtası bu özelliği ile tam olarak dışlanmış bir kıtadır. Yoksul olarak kabul edilen bireylerin yaşadıkları alanların dışında yaşayanlar ile aralarındaki duygusal bağın asla koparılmaması gerekir. Hatta tam aksine kuvvetlendirerek ortak hareket edilmesi sağlanmalıdır. Ancak bu şekilde ülke içi birliktelik sağlanabilir. Bizler şunu biliyoruz ki, dünya da ne kadar insan yaşarsa yaşasın hayatının belli döneminde mutlaka açık ya da üstü kapalı bir şekilde dışlanma yaşamıştır. Bazılarının ki kısa süreli olsa da bir kısmının ki uzun süreli olmuştur. Önemli olan toparlanma süresi ve toparlandıktan sonra yeniden kaldığımız yerden başlayabilmemizdir. Elbette bunun için dışlanmış yoksulların kendilerinin gerçekte dışlanmadıklarını ve yoksulluğun kaderleri olmadığına ikna etmektir. Ancak özellikle emperyal olarak bilinen ülkeler, yoksul ülkelerin zengin kaynaklarını rahatlıkla ve en az sorun ile kullanabilmeleri için halkın yoksullaşmasını ve huzursuzlaşmanı isterler. Bunu da kullanarak işlerini yürütürler. Vatandaş olmalarını ve böylece kendileri toplum içerisinde eşit birey gibi görmelerine engel olurlar. Aslında eşit bireymiş gibi, düşünmelerine izin verirler ancak eşit birey gibi yaşamalarına izin verilmez. Toplumun içinde yer alan bazı kişiler seçilerek onlar üzerinden toplum yönlendirilmeye ve yönetilmeye çalışılır. Toplum içinde yer alan sosyal farklılıklar iyice ön plana çıkarılarak halkın birbirlerine karşı iyi düşünmeleri engellenir. Oysa emperyal güçler kendi ülkelerinde bunun tam tersini yaparlar ve ülke içindeki bireylerin birbirlerini daha iyi anlamalarını sağlamaya çalışırlar. Dışlananları ve yoksulluğu en aza indirerek sosyal toplumu daha sağlıklı kılmaya çalışırlar. Bu iki yüzlülük nedeni ile de yoksulluk ve dışlanmışlık kolay kolay bitmez. İnsanların dışlandığı çok sayıda oluşumlar bulunmaktadır. Bu oluşumlar kendiliğinde oluşabildiği gibi özel olarak oluşturulmuşta olabilmektedir. Bunlar içinde en önemlisi sosyal oluşumlardır. Sosyal oluşumlar genel olarak bireylerin hayat görüşlerinin ön plana çıkarıldığı ve buna göre yönlendirildiği oluşumlardır. Oldukça etkilidirler. Sosyal oluşumlarda sadece yoksullar değil sosyal yapı ya da doku olarak kabul edilen oluşuma yabancı olan herkes dışlanır. Cemaat veya tarikat yapılanmaları aslında buna güzel örneklerdir. Herkesin cemaati ya da tarikatı en iyidir ve ondan daha iyisi bulunmamaktadır. Dikkat edilmez ise toplumsal ayrışmanın temelini oluşturabilecek oldukça önemli bir argüman olarak karşımıza çıkabilir. Sosyal yapı her zaman için devletler açısından korunması gereken önemli bir önceliktir. Sosyal yapı bozulursa toplumun sadece yoksulları değil bütünü tehlike altına girer. Bir diğer öneli oluşum ise ekonomik oluşumlardır. Ekonomik faaliyetlerin artmasıyla birlikte daha güçlü olma ve birlikte hareket etme duygusu ile başlayan ve devletinde desteği ile ilerleyen ekonomik yapılar, odalar, borsalar ve dernekler gibi oluşumlar aslında ticari faaliyetler açısından oldukça önemlidir. Ancak çoğu ilkede her ne kadar görevlerini yeterince yerine getirmedikleri gibi sadece aidat almak ve bir yerlere gelmek için basamak olarak kullanılan bir yer haline geldiklerinden yarar yerine çoğu zaman zararlı olabilmektedirler. Hatta bazen bazı ülkelerde bu yapıları bir şekilde ele geçiren farklı oluşumlar buraları bir silah olarak kullanabilmekte ve kendisi gibi düşünmeyene veya hareket etmeyenleri dışlayabilmektedir. Ekonomik desteklerden yararlanmasını engellemek, aldıkları destekleri istenilen yerlere kullanılmasını engellemek ya da alınan desteklerin geri ödemesini engelleyerek işletmelerin zarar etmesini sağlamak gibi olumsuzlukların varlığı ekonomistler tarafından dile getirilmektedir. Hangisi olursa olsun sonuçta bir dışlanma söz konusu olmakta ve dışlananlar yoksullaştırılmak istenmektedirler. Üçüncü yapı ise bölgesel oluşumlardır. Bölgesel oluşumlar genel olarak oluştukları bölgenin sosyal ve ekonomik yapılarının daha da güçlenmesi için yapılır. Temel anlamda bakıldığında oldukça faydalı olarak kabul edilebilir. Çünkü bu tür oluşumlar bölgenin kalkınabilmesi için kaynaklara ulaşma ve bir güç oluşturma bakımından önemli görevler yapabilmektedirler. Ancak çoğu zaman farklı etkilerin altında kalarak asıl amaçlarının dışına taştıkları da görülmektedir. İşte bu noktada bölgeye fayda yerine zarar getirmeye başlamaktadırlar. Sonuçta ise yoksulluk artmakta, sosyal yapı bozulmakta ve ekonomik anlamda gelişme bizzat bölge insanı tarafında sekteye uğratılmaktadır. Yukarıda vermiş olduğumuz oluşumların herhangi birinde ya da oluşabilecek olan bozulma zaman içinde her tarafı kapsayacak olumsuzluklar ortamı yaratacaktır. Bunun engellenmesi ancak devletlerin kendi iç dinamikleri kapsamında değerlendirmeler yaparak baş edebilirler. Çünkü hangi tür oluşum olursa olsun devletin üstünde bir yapının oluşmasına izin verilemez. Devlet hepsinin üzerindedir. Devlet varsa her şey vardır devlet yoksa her şey yoktur. Yoksulluğun vermiş olduğu bakış açısı ile diğer insanların bakış açıları arasında farklılıklar bulunur. Bu bulunulan konumun özelliğine göre doğal olarak kabul edilebilir. Ancak bakış açılarındaki farklılığın çok geniş olması ayrıca bir sorun olarak karşımıza çıkabilir. Yapısal anlamda var olan sorunların çözümüne yönelik olarak belli amaçlar için politikalar belirlenerek bakış açılarındaki farklılığın en aza indirilmesi çalışmaları yapılabilir. Yakınlığın artırılması aynı zamanda dışlanmanın da azaltılması anlamını taşıyabilecektir. Dışlanmanın azaltılması ise özellikle sosyal dokunun muhafaza edilerek daha sağlıklı bir toplumsal yapı için gereklidir. Toplumsal dışlanma yoksulluktan kaynaklanıyorsa müdahale ile baş edilebilir bir şekle sokulabilir. Ancak yoksulluktan kaynaklanmayan bir dışlanma ise bunun önüne geçilmesi oldukça zordur. Çünkü dışlanma aslında toplumun bir parçası olunmadığının bir ilanıdır. Yoksulluktan kaynaklananı toplumu eğiterek yada yoksulluk ile mücadele ederek belli bir oranda baş edilebilir. Ancak topumun parçası olunmadığı hissi yayılmaya başlanmış ise artık toplusal yapının dağılmaya başladığını gösterir. Bu tür dışlanma aynı zamanda yoksunluğu ifade eder. Çoğu haktan yoksun olmak yoksulluktan daha tehlikeli olabilmektedir. Yoksulluk ile birlikte yoksunluk kavramının da dikkate alınması gerekir. Yoksul olanların aynı zamanda yoksun da olabilecekleri göz ardı edilmemelidir. Yoksulluk çok faktörlü bir özelliktir. Yoksulluğu sadece tek taraflı olarak değerlendirirsek yanlışlık yapmış oluruz. Çünkü yoksul olarak nitelendirilenlerin sahip oldukları özellikleri bunda önemli yer tutar. Yoksul kişinin yoksulluğunun sebeplerinden bir kısmı da kendisinden kaynaklanır. Bu tür yaşam biçimini benimsemesi veya hayatında değişiklik yapılmasından korkuyor olması yoksul kişilerin yoksul olarak kalmasına ve zaman içerisinde toplumun dışına itilmelerine sebep olabilir. Bu tür kişiler yoksulluğu bir hayat tarzı olarak benimserken, aynı zamanda yoksunluğu da var olan bir gerçek olarak kabullenmişlerdir. Yoksulluğu ve yoksunluğu aşmak için bir gayret göstermeyerek oldukları yerde kalmak istemeleri tamamen kişilerin kendi tercihleri olarak kalabilmektedir. Zaten bu türlere yapılacak bir şey olmayacağı gibi söyleyecek de bir şey bulunmamaktadır. İnsanoğlu toplu olarak yaşamak zorunda olduğuna inanır ve bunun içinde kalabalıklar halinde yaşar. Kalabalıklar arttıkça farklı eylemler ya da farklı girişimlerde bulunur. Giriştikleri işlerin bazılarında başarılı olurlarken, bazılarında ise başarısız olabilirler. Gerek başarılı olmasında gerekse de başarısız olmasında yapılan işin büyüklüğüne ve etkinliğine göre büyük değişimler olabileceği gibi olmayabilirde. İşte büyük değişimlerin yaşanması kişilerin yaşam tarzlarında, tercihlerinde ve alışkanlıklarında da değişikliklere sebep olur. Bunun sonucu olarak ta kişiler hızlı bir şekilde değişirler. Olumlu yada olumsuz şekilde değişmeleri toplum içersindeki konumlarını değişimin yönüne göre değiştirebilir. Ancak mutlaka değişirler. Değişim olumlu yönde olursa yoksulluk ve yoksunluk yaşanmaz. Ancak olumsuz yönde ise yaşanabilir. Kişilerin hayatlarında gözlenen köklü değişikliler sadece bu girişimcilik ile ifade edilmesi yeterli değildir. Bir deprem anında tüm mal varlığınız yol olabilir ve hem yoksul ve hem de çok şeyden yoksun hale gelebilirsiniz. Sağlığınızı kaybederek iş yapamaz hale gelebilir ve bunun sonucu olarak yoksullaşabilirsiniz. Yaşanılan yerin sahip olduğu özelliklerde burada ayrıca dile getirilmesi gereken konular arasındadır. Bölgesel farklılıkların yüksek olduğu ülkelerde bu daha da önemli olmaktadır. Ekonomik ve ekolojik farklılıklar bazen elinizi kolunuzu bağlayabilir ve bir şey yapamaz hale getirebilir. Bu durumda siz istemeseniz bile durduğunuz yerde farkında olmadan yoksullaşabilirsiniz. Ülke içinde yaşanan göç olayının asıl perde arkasında yatan da büyük oranda gerçekliktir. Yaşadığı yerde aradığını bulamayanların ya da daha iyiyi yapmak için imkanları çok olan bölgelere gitme isteği oluşmaktadır. Böylece konumunu yeniden belirlemekte ve toplum içerisindeki yerini yenilemektedir. Kendisi olmasa bile çocuklarının daha iyi eğitim alabilmelerinin yolunu açmaktadır. Sosyal ve kültürel olarak yoksunlukların yaşanmaması için farkı girişimlerde bulunmaktadırlar. Ancak burada bazen istenilmeyen ancak yaşanabilecek bazı sorunlar ile karşılaşılabilmektedir. Yaşanılan süreçlerin birbirini izlerken belli bir düze içersinde olmaları beklenemez. İnişli çıkışlı yapılanmalar söz konusudur. Birbiri ardınca gelen işlemler arasında yaşanabilecek olan kopmalar ya da büyük farklılıklar bireylerin yaşam tarzlarında ve taleplerinde ya da beklentilerinde de büyük değişimler sebep olabilmektedir. Süreç yaşanırken gözlenecek durağanlaşma bir sonraki adıma geçmeyi geciktirebilir. Gecikme süresinin uzaması ise kişilerin katılımlarını ve aktivitelerini olumsuz yönde etkileyebileceğinden yoksulluğu ve yoksunluğu tetikleyebilir. Elbette burada toplumsal yapı içerisinde yer almak ya da alamamak dışlanmanı doğası ile ilgilidir. Bunun içinde temel olarak iki farklı özellikten bahsedilebilir. Bunlardan birincisi kişisel özelliklerden kaynaklananlar olarak ifade edilirken, diğeri ise topluma ait özelliklerden kaynaklanan olarak nitelendirilebilir. Kişilere ait özelliklerden kaynaklanan soyutlama kişilerin sahip olduğu insani değerler, tutarlılık, ahlaki değerlere sahiplenme, saygı duyma ve haklara saygı duyma ile ilgilidir. Bu özelliklere sahip olanların dışlanarak yoksullaşması ve yoksunlaşması söz konusu dahi olmazken, bu özelliklere sahip olmayanların zamanla dışlanabilecekleri bir gerçek olarak karşımızda duracaktır. Zaten eğer bu özelliklere sahip olmadığı halde halen daha toplum nezdinde saygıdeğer birisi olarak görülmesi söz konusu ise toplumsal yapının tamamen bozulduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yoksulluk ve beraberinde gele yoksunluk toplumsal açından bakıldığında bir anlamda marjinalleşme anlamını da taşımaktadır. Çünkü bu özelliklere sahip olmak aynı zamanda ekonomik ve sosyal olarak katılım eksikliğini beraberinde getirecektir. Kültürel olarak ise daha ağır şekilde olumsuz etkileşim ortaya çıkacaktır. Bunlara bağlı olarak ise birden bire olmasa bile zaman içerisinde toplumun dışına doğru bir hareketlenmenin yaşanacağı ve insanların marjinalleştiklerini görmeye başlarız. Birde bu kişiler gerçekten marjinalleştiklerine inanır ve bu şekilde hareket etmeye başlarlar ise durum daha da kötüye doğru gitmeye başlar. Sadece ekonomik ve sosyal kopma değil aynı zamanda duygusal kopmalarda yaşanmaya başlar. Duygusal kopma yaşanabilecek an ağır toplumsal travma olarak değerlendirilebilir. Çünkü ekonomik ve sosyal ayrışmalar zaman içerisinde üstesinden gelinebilecek konulardır. Ancak duygusal kopma ve duygusal olarak marjinalleşme artık üstesinden gelinemeyecek bir noktayı ifade etmektedir. Burada etkili olan faktörlerin başında sadece sürekli işsiz kalmak değildir. Aynı zamanda uzun süreli işsiz kalmak ya da “esnek çalışma modeli” olarak tanımlanan ihtiyaç oldukça istihdam sağlama şekli de benzer etkiler yapabilmektedir. Bunlara ek olarak sosyal hizmetlerin azaltılması ve sosyal korumaların daha az kişiyi kapsar hale getirilmesi benzer şekilde yoksullaşmanın artışını etkileyebilmektedir. Elbette özellikle demokratik ve özgür ülkelerde bu tür sistemler daha düzenli yapılabilmektedir. Ancak özellikle belirtilen özelliklerin olmadığı ya da var sanıldığı ülkelerde işe yerleştirmede adam kayırma, ayrımcılık, partizanlık ve dinsel konularda tercihler ön plana çıkabilmektedir. Böyle olunca de hakim görüşün dışında olanlar dışarıda kalmaktadır. Böylece dışlanan ve yok sayılan gruplar ortaya çıkmaya başlamaktadır. Bu gruplar zamanla toplumdan soyutlanmakta ve çok haktan mahrum bırakılarak yoksunlaşmaya ve beraberinde yoksullaşmaya başlamaktadırlar. Bilinçli dışlama olarak kabul edilebilecek olan bu tür davranışlar kısa dönemde birleri için bir fayda sağlayabilir. Ancak orta ve uzun vadede ülkeler için ağır sonuçları olabilir. Bunu yapmaya ve yaşatmaya kimsenin hakkı yoktur ve olmamalıdır. Toplumsal olarak dışlanmış veya kendisini dışlanmış olarak hisseden topluluklar aynı zamanda yoksul ve yoksunluğu da derinden yaşama potansiyeli olan kişilerdir. Bu tür kişiler aynı zamanda sosyal ve toplumsal olarak ilişkileri bozulmuştur. Bozuk ilişkiler nedeni ile toplumdan dışlanan ve daha çok marjinalleşemeye yönlendirilen kişiler haline getirilirler. Buna bağlı olarak eğer gerekli ve yeterli çalışmalar ve tedbirler alınmaz ise yasal haklara sahip olma ve bunları kullanma yeteneklerinin de azalacağı görülebilir. Buna ek olarak toplumsal kuralların yetersizliği ya da adaletsizliği de kişilerin geleceğe yönelik olarak cesaretlerini kırıcı bir özellik olacağından kişiler kendilerinin yoksulluğa mahkum edildiğini ya da yapılanların bilinçli olarak yapıldığın düşünmeye başlayabilirler. Böylesi düşünceler ise toplum içinde düşmanlaşmayı getirebileceği gibi birlikteliği alıp götürebilecek etki yapacaktır. Sosyal olarak görülebilecek olan dışlanma için bilimsel bazı çalışmalar yapılmıştır. Bu konuda en önde gelen çalışma Hilary Silver’n 1994 yılında yayınladığı “Social Exclusion and Social Solidarity; Three Paradigs” adlı çalışmasıdır. Bu çalışmada yoksullukla ilgili olarak yaşanabilecek üç farklı paradigmadan bahsedilmektedir. Bunlardan birincisi dayanışma paradigmasıdır. Dayanışma paradigmasında toplumsal olarak dışlanmış kişilerin toplum ile vatandaşlar arasındaki bağın kopmasını ve kişilerin artık toplumdışı varlıklar olarak yaşamak zorunda kalmalarının önüne geçilmesini gerektiğini öne sürer. Paradigma toplumsal olarak dışlanmışların topluma yeniden kazandırılmaları ve topluma bütünleşmelerini ifade eder. Yoksulluk ve yoksunluk ile mücadele de en önemli faktörün bu olacağı belirtilmektedir. Devlet genelinde milli bir anlaşma yapılması gerektiği ve bunun sürdürülebilir nitelik kazandırılması gerektiği üzeride durmaktadır. Sosyal yapının ve düzenin korunabilmesi için bunun şart olduğunu ve aksi durumda ise toplumsal yapının ciddi anlamda zarar göreceği vurgulanmaktadır. Bir diğer paradigma ise uzmanlaşma olarak tanımlanmaktadır. Uzmanlaşma aslında vatandaşların var olan ya da sonradan kazanılan becerilerinin birbirinden çok farklı olduğunu vurgularken, aynı zamanda bu farklılıkların bir araya gelmesi ile toplumsal yapının oluştuğu belirtilmektedir. Toplumsal yapı denilen zaten farklı yapıdaki vatandaşların yazılı olan ya da yazılı olmayan bazı kanunlar ile bir araya gelerek ortak yaşama iradesini ortaya koymalarıdır. İşte burada yaşanacak olan dışlanma yoksulluğu ve yoksunluğu artıracaktır. Vatandaşların kendi tercihleri sonucunda olabileceği gibi toplumsal kararlar sonucunda da yoksullaşma eğilimleri görülebilir. Ancak ne olursa olsun yoksulluğun önüne geçebilecek alternatiflerin hazırlanması ve gerekli olduğu durumlarda uygulanmasından kaçınmamak gerektiği bilinmelidir. Vatandaşların uzmanlaştıkları alanlarda gerekli haklara sahip olması onların yoksullaşması ve yoksunlaşmasının da önüne geçebilecek faktör olarak düşünülmektedir. Çünkü uzmanlaşma aynı zamanda yoksullaşmanın ve dışlanmanın da önünde önemli bir engeldir. Çünkü uzmanlaşmış kişilerin alanlarında söz sahibi olacakları bilinir. Buna bağlı olarak ta başarılı oldukları sürece yoksul olmaları söz konusu olmayacaktır. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, hangi tür toplusal yapı içinde yer alınırsa alınsın dayanışma her zaman için uzmanlaşmanın önünde yer alır. Daha güçlü anlamlara sahip olur. Uzmanlaşmanın hemen her toplumda karşılaşılan bir gerçek olduğu göz ardı edilmemelidir. Önemli olan uzmanlaşmanın o toplu içinde var olan sosyal yapıya ne ölçüde katkı sağladığı ya da tam tersi olarak ne ölçüde sosyal yapıyı bozucu etki yaptığıdır. Olumlu etkileri ile olumsuz etkileri her zaman için birlikte değerlendirilmelidir. Üçüncü paradigma ise tekelcilik olarak ifade dilmektedir. Tekelcilik anlam olarak tekçilik olarak tanımlanabilir. Burada da sosyal olarak yoksul ve yoksun olan kişilerin sayılarının artması toplum bünyesinde zaman içersinde oluşan ve toplumun belli kesimlerince desteklenen tekelci yapı tarafından oluşturulduğudur. Tekelci yapı her zaman için tekelci yapısını bozacağı düşüncesiyle kendisine alternatif istemez. Oluşacağını görmeye başladığında ise hemen gerekli tedbirlerini alarak onu yok edilmesi için uğraşır. Bu paradigma toplum içinde yer alan statü farklılıklarının yoksullaşmayı artıcı etki yaptığını vurgular. Var olan ya da zaman içinde oluşturulan statü farkları toplumsa-sosyal yapının sağlıklı bir şekilde sürdürülebilir olmasına engel olmaktadır. Tekelciler ekonomik olarak eşitsizliği ve sömürüyü beraberinde getirme özelliğine sahiptirler. Bu özellik zaman çersinde ekonomik açıdan acımasız bir ortamın oluşmasına izin verir. İşsizliğin artması ve sosyal adaletin kaybolmasında önemli etki yapar. İşsizliğin artması eğer geçici ise toplumsal yapıda ciddi bir olumsuz etki yaratmayacaktır. Ancak kalıcı özelliğe sahip olacaksa yoksullaşmayı artırıcı yönde etki yapacaktır. Eşitsizlik her zaman için her toplumda be her sosyal yapıda kabul edilemez ve telafisi zor olan sıkıntılara sebep olabilir. Tekelcilik, bütün toplumlarda olması ve özellikle bazı devletlerde yöneticiler tarafından kendilerine yakın burjuva sınıfının oluşturulması için yapılan destekler nedeni ile mücadele edilmesi oldukça zor bir ekonomik yapıdır. Özelikle modern olarak tanımlanan yapılarda tekelciliğin sonucu ekonomik ve sosyal olarak dışlanmadır. Ekonomik ve sosyal olarak dışlanmada beraberinde yoksullaşmayı ve yoksunlaşmayı getirecektir. Tekelci yaklaşım her zaman için idareciler açısından istenilen bir özelliktir. Yönetimsel açıdan daha kolay olması ve hareket alanının genişliği nedeni ile istenir. Ancak tekelcilik arttıkça toplumsal ve sosyal yapı daha da bozulur ve yoksullaşma artar. Yoksullaşmanın artması ile birlikte toplum huzuru bozulur. Huzuru bozulan toplum ise hastalanmış demektir. Hastalığın iyileştirilmesi için tedaviye başlanmaz ise hastalık bir süre sonra kronikleşir ve artık tedavi edilemez bir hal alabilir. Yoksulluk ve yoksunluk toplumlara göre farklılık gösterebildiği gibi, zaman ve mekana göre de farklık gösterebilir. Ülkelerin gelişmişlik durumları farklılık gösterir. Bu normal bir olaydır. Amerika Birleşik Devletlerinin gayri safi yurt içi hasılası ile Somali’nin gayri safi yurt içi hasılası ya da Bangladeş’in gayri safi yurt içi hasılasının aynı olmasını bekleyemeyiz. Ancak ülke içinde var olan yoksulluğun anlayışında farklılık olabilir. Mesela Avrupa Ülkelerinde 50 dolar hiçbir şey ifade etmezken, Rusya’da bir kişinin aylık maaşını ifade edebilir. Yoksulluğun belirlenmesi ancak temel ihtiyaçların karşılanma oranı olarak belirlenmektedir. Buna bağlı olarak ta gerek sosyal olarak ve gerekse de ekonomik olarak yoksulların ya da yoksunlaştırılanların durumlarında farklılıklar olmaktadır. İçerik olarak farklılık olsa bile temel sebeplerin aynı olduğunun bilinmesi gerekir. Sosyal olarak dışlananların toplum içinde sorun olarak görülmesi ve ancak çözüm bulma konusunda ciddi olarak çalışma yapılmaması ayrıca bir sorundur. Dışlanma temel olarak üç ana bölümden oluşmaktadır. Bunlardan birincisi dışlanma kavramı kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. Birileri için yoksul olarak kabul edilenler bir başkaları için yoksul kabul edilmeyebilir. Aynı şey yoksun olanlar ya da dışlanmışlar içinde geçerlidir. Kişiden kişiye göre değişimin olması çözümün önündeki en büyük engel olarak değerlendirmek yanıltıcı olmayacaktır. Çözüm üretmek için var olanın bir sorun olduğunu kabul etmek gerekir. Çözüm üretmesi gerekenler bunu bir sorun olarak görmüyorlarsa çözülecek bir şey yok demektir. Ortak noktalarda buluşmak ve yoksul ve yoksunluğun gerçekten bir sorun olduğunu kabul etmek gerekir. Elbette her yerde ve zamanda bu tür birliktelikler yapmak mümkün olamayacaktır. Üzerinde durulması gereken diğer bir konuda dışlanmış ya da yoksullaşmışların davranış ve tutumlarıdır. Özellikle turum ve davranışlar karşıdaki rencide edici bir şekle bürünürse işler daha da zorlaşır. İnsanların birbirlerini anlamak için yaptıkları bütün çabalar boşa gider. Öncelikli olarak karşısındakinin her alanda seviyesi ne olursa olsun öncelikle insan olduğunu düşünerek hareket etmesi ve onu kıracak ya da tahkir edecek söz ve hareketlerden kaçınması gerekir. Bir diğer konuda bireylerin mevcut durumlarını öne sürerken geçmişte yaşadıklarını ön plana çıkarmaları ve buna göre gelecek ile ilgili beklentilerde bulunmalarıdır. Geçmişte yapılan ya da yaşanılan bazı olumsuzlukların ileride da yaşanacakları olumlu yada olumsuz yönde etkileyeceğini düşünerek buna göre hareket etmeye çalışırlar. Her zaman doğru olmayan bu yaklaşım ile yanlış kararlar verilebilmektedir. Bireyler genel olarak sahip oldukları terk etmekte oldukça çekingen davranabilmektedirler. Bu çekingenlik gelecek ile ilgili olarak beklentilerin net olmamasından kaynaklanır. Netlik olmadığı sürece kafaların karışıklığı da normal olarak karşılanmalıdır. Hemen her insan hayatının belli dönemlerinde birisinden ya da birilerinden bir şekilde zarar görebilir. Ancak zarardan etkilenme miktarı kişiden kişiye değişiklik gösterir. Yoksul ya da yoksun olanlar hayatlarının mutlak bir döneminde içinde bulundukları ortamdan dolayı zarara uğramışlardır. Zarar uğrama bakımından kısa dönemde yaşananlar daha az zarara sebep olurlarken uzun dönemli sıkıntı çekenler daha fazla zarar görebilmektedirler. Bu nedenle yaşanılanların süresi önem taşır. Ayrıca sürenin ötesinde zarar yaşam tarzı ve taleplerdeki çoklukla da ilgili olarak değişiklik gösterir. Beklentileri yüksek olanların zarar görmesi yine yüksek olurken beklentileri az olanlarında zararları veya kayıpları da az olmaktadır. Yaşam tarzı ve gelir seviyesi etkili olabildiği gibi yetiştirilme özellikleri de burada etkili faktör olabilmektedir. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Virüs fırtınasından sonra Enfeksiyon saldırısı - 26/12/2022 |
Virüs fırtınasından sonra Enfeksiyon saldırısı |
Sıfır Emisyon Mümkün mü? - 14/12/2021 |
Sıfır Emisyon Mümkün mü? |
Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi - 01/07/2021 |
Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi |
Salgın Hastalıkların Kısa Tarihi - 15/06/2021 |
Salgın Hastalıkların Kısa Tarihi |
Kitlesel Yokoluşlar Üzerine - 02/06/2020 |
Kitlesel Yokoluşlar Üzerine |
Yoksulluk Algısı Araştırması-3 - 09/01/2020 |
Yoksulluk Algısı Araştırması-3 |
Tarım Kredi Raporu - 16/12/2019 |
Tarım Kredi Raporu |
Kaçak Zeytinyağı Yerli Zeytinyağı Savaşı - 26/11/2019 |
Kaçak Zeytinyağı Yerli Zeytinyağı Savaşı |
Tarımsal Alandaki İddialara Dair... - 26/11/2019 |
Tarımsal Alandaki İddialara Dair... |
Devamı |