Ufuk KARADAVUT
Bilimsel Düşünce Hürriyeti ve Etik-2
01/10/2018 Toplumsal dimağ, eskiden beri yerleşmiş olan düşünceler ve bunların işleniş şekli geleceğimiz hakkında oldukça değerli bilgiler verir. Zaman içersindeki dönüşüm ve gelişim her zaman için beklenilen gibi olmayabilir. Tarihin bütün zamanlarında düşünce gücü ve düşüncenin yaratmış olduğu etkiler aynı zamanda toplumları da yönlendirici olmuştur. Bazı toplumlarda gelişme yavaşlarken, bazı toplumlarda gelişme engellenmiş ve bazı toplumlarda ise gerileme ye neden olmuştur. Ancak bu düşüncenin kötülüğünden değil düşünülenin alışılmışlın dışına çıkılarak farklı anlamlandırılmasından kaynaklanmaktadır. Bu toplumların birleri tarafından kendi isteklerine göre yönlendirilmelerinden kaynaklanmaktadır. Peygamberimiz geldiğinde karşılaşılan direnç o toplumun gelişmesine belli bir süre engel olmuştur. Savaşlar, iç çekişmeler ve belirsizlik ortamları her zaman için gelişmenin önündeki engel olarak kabul görür. Düşüncenin ve düşünmenin karşıtı olanların aslında yaptıkları eski tarihlerden beri toplumların gelişmesine engel olanların yaptıkları ile aynıdır. Yeni fikirlerin kendileri için yıkıcı olacağını düşünen önderlerin her yeni düşünceyi isteksizlikle karşılamaları ve halen daha bu tiplerin hayatımızda yer alıyor olması aslında düşüncenin ve düşüncelerimizin ne ölçüde zincire vurulduğunu göstermektedir. Özellikle ön yargı ve beraberinde beslenen kin ve düşmanlıklar düşünce hürriyetini iyice tehdit etmektedir. Düşünceleri için mücadele etmeye kalkışmak artık otoritenin karşısında olmak ve yanlış yapmak olarak değer kazanabilir. Hatta bazı kişiler düzenlerinin bozulmaması için yeni düşünceleri kışkırtıcı bir şekilde kullanabilirler ve böylece yeni düşüncenin zararlı olduğunu ispatlamaya da çalışabilirler. Ancak ne olursa olsun sonuç olarak yeni düşünce Capra’nın deyişiyle “yeni bir düşünce sadece yeni bir düşünce olarak kalır”. Toplumlardaki farklı özellikler aynı zamanda yaşam tarzlarına da yansımaktadır. İnsanların sahip olduğu ya da sahip olması gerektiğine inanılan bazı hakların sınırlandırıldığı görülür. NE olursa olsun hırsızlık yapmamak, ilkesi bazıları için bir sınırlamadır. Benzer şekilde haksız yere elde edilen kazancın yasaklanması yine aynı şekilde çoğu toplumda yasaklanmış ve cezai müeyyidesi olan davranışlar olarak kabul edilir. Daha çok sayıda örnek verebiliriz. Bu tür yasaklara biz yasak diyemeyiz. Bunlar toplumsal düzen ve huzur için gerekli olan davranışlardır. Bunlar yapılmadığı sürece toplumsal huzurdan bahsedilemez. İşte burada düşünce hürriyetinin bu sınırlamaların neresinde yer alması gerektiği konusu önemlidir. Toplumun sahip olduğu özel haklarının korunması ile düşüncelerden uzaklaştırılması aynı kategoride sayılmalı mıdır? Elbette hayır. Eğer düşünce hürriyetini diğer haklar ile aynı tutmak doğru değildir. Söz hürriyeti aynı zamanda ahlaki ve etik değerlerin kontrolünde olması ile değer kazanır. Eğer ahlaki ve etik kontrol yoksa o zaman düşüncenin düşünce olmaktan çıkarak bir silah haline gelebildiğine şahit olabiliriz. Çünkü bazı şeyler kişisel tercihlere bırakılmayacak kadar önemlidir. Konu ile ilgili olarak bir örnek vererek konuya açıklık getirelim. Genetik alanda çalışma yapan bir bilim insanı yaptığı çalışmalarda ahlaki ve etik kurallara uyması durumunda ancak insanlığın faydasına iş yapabilir. Eğer bunlara uymaz ise yapacağı işler insanlığa hizmet yerine bu üretilen gücü farklı amaçlar için kullanan bireyler tarafından kullanılmaya başlar. Bunun sonucu olarak ta insanlık kaybetmeye devam eder. Benzer şekilde son zamanlarda yoğunlaşan yapay zekâ uygulamaları da buna benzerdir. Çok sayıda çalışma var ve buların etik kurallara uygun şekilde yapılmadığı yönünde çok sayıda da açıklama var. Peki, ne olacak diye düşünmeden edemiyoruz. Yapay zekâ uygulamaları gelişiyor. Bunların tamamen insanlığın hizmetine mi kullanılacağı yönünde şüpheler artmaktadır. Eğer kontrol edilemez ise ya da farklı amaçları olan birlerinin kontrolüne girerse ne olabileceği konusu şimdilik tartışılması istenmeyen konuların başında yer almaktadır. Yeni bir fikrin tehlikeli olduğu ve yok edilmesi gereken bir meta olduğunu düşünenlerin olması hatta tehlikeli olarak kabul edenlerin olması düşüncenin daha başlamadan düşünmeyen ya da düşünemeyenler tarafından dışlanmasına neden olur. Yeni düşünce birde dini ve ahlaki konularda ise zaten hiç şansınız olmayacaktır. Günümüzde dini ve ahlaki anlamda tam bir çöküş yaşandığını hemen her kez biliyor. Uzmanlar televizyonlara çıkarak değerlendirme yapıyor ve ahlaki olarak çok kötü olduğumuz söylüyorlar. Bu doğrudur. Ancak bunun düzeltilmesine yönelik olarak ortaya çıkarılmak istenen bir düşünce sizi oldukça zor durumda bırakabilir. Çünkü bunlar oldukça hassas konulardır ve suiistimale açık konulardır. Siz daha bir şey demeden çok kişi sizi susturmaya ve kötü insan olarak ilan etmeye hazır olarak bekleyeceklerdir. Bu sadece bilimsellikten uzaklaşmak ya da bu işlerden rant sağlamakla açıklamaya çalışmak konuyu yeterince açıklamamak olur. Buradaki asıl sorun etik kavramının tam olarak anlaşılamaması olarak açıklanabilir. Bazen de etik Kavramının farklı boyutlarda değerlendirilmesi sonucu olabiliyor. Aslına bakılırsa eski tarihten bu yana ilerleme ve gelişmenin engellenmesi veya geciktirilmesinin altında yatan da bu olgudur. Yeni düşüncenin yenilik boyutunun kavranmaması ve etik değerlere sahip olunmamasıdır. Toplumu yönetmek sorumluluğunu üstlenmiş olan yöneticiler toplum için zararlı olduğunu ya da olabileceğini düşünerek yeni düşünceye set çekmek isteyebilirler. Bunda da çoğu zaman başarılı olurlar. Ancak burada ayırt edilmeyen şey; karşı durulan düşüncenin gerçekten toplum için mi zararlı yoksa var olan ve yaşatılmaya çalışılan sistem için mi zararlı olacağının ayırımıdır. Bu ayırımı sağlıklı bir şekilde yapabilen yöneticiler bulmaz oldukça zordur. Düşünce hürriyetinin sınırlandırılması veya karşı durulması ile elde edilebilecek toplumsal kayıp ile o düşünceyi savunmakla elde edilebilecek toplumsal kazancın net bir şekilde ayarını yapabilmek oldukça zordur. Bunu sağlıklı bir şekilde yapabilenler başarılı olanlardır. Ancak bu ayırımı yapabilecek bilgi birikimine sahip olanların sayısı çok azdır. Çünkü toplum olarak genel özelliğimiz okumak ile öğrenmek değildir. Duymak, dinlemek ya da göz atarak öğrene bir toplumuz. Dünyanın çoğu yerinde bu tür öğrenme hâkimdir. Elbette bu tür öğrenme arka planı ve dayanağı olmayan öğrenmedir. Bu tür öğrenenlerin verecekleri kararların sağlıklı olmayacağını herkes bilir. Okumayan toplum sadece okuyanların yönetiminde kalır. Böyle olunca da okuyanların yönetiminde ahlak ve etik bakımından kendilerine ne söylenirse onu peşinen kabul ederler. Hatta öyle bir zaman gelir ki artık okuyanların söyledikleri onlar için vazgeçilmez ve tanrısal kaynaklı söylemler haline gelebilir. Belki de en tehlikeli düşünce ve inanış tarzı da budur. Çünkü bu kişiler öğrendiklerinin ya da kendilerine öğretilenlerin sorgulamasını asla yapmazlar. İspat edilmesini ise hiç akıllarına getirmezler. Elbette bu yapıya sahip bireylerin etik değerler konusunda bir yerlere gelmesi ve bunu istemesi ancak kendilerine yol gösterenlerin verdikleri bilgi kadar olacaktır. Ankara İstanbul arası mesafe yaklaşık olarak 450 km’dir. Bu ispatlanmış bir uzunluktur. Eğer ispatlanmadıysa bile bizler arabamıza binerek bunu ispatlayabiliriz. Bu basit bir yoldur. Herkes bunun uygulamasını yapabilir. Ancak insan zihni bu şekilde olayların dışına çıkıldığında zorlanmaya başlar. Sınırların dışına çıkılması düşüncenin de sınırlarının çizilmesi anlamına geleceğinden artık kişi düşünemez olur. Düşünmeyi bırakır ve sadece söylenileni yapmakla yetinmeye başlar. Böylece aslında kendisi değil başkası düşünür ve uygular. Kişi kendisi değil başkası haline gelir. Bu başkalaşım bireyin tamamen bilinç dışı hareket etmesine ve başka birey olmasına neden olur. İşte bu noktada bu tip bireylerden etik davranış beklemek imkânı da kalmayacaktır. Özgür düşünemeyen bireylerin etik davranışlarda bulunması söz konusu olamaz. Etik davranabilmek için bireyin öncelikle özgür düşünebilmesi ve özgür bir şekilde karar verebilmesi gerekir. Bunun içinde kavrama yeteneğinin artması gerekir. Sadece birilerini dinlemek ile bunun mümkün olmayacağını bilmesi gerekir. Aklımızın düşünebilmesi ve karara varabilmesi için belli bir sermayesinin olması gerekir. Eğer sermaye yoksa düşünme becerisi de olmayacaktır. Sermaye ancak okumak ve sorgulamak ile elde edilebilir. Çoğumuzun düşüncesi ancak belli sınırlar içinde aktiftir. Görebildiğimiz ya da dokunabildiklerimiz kadar karar verebilmekteyiz. Bunun ötesine geçilince sermayesi zayıf olan beyinlerin düşünme yetenekleri de dumura uğramakta ve düşünememektedirler. Sermayenin varlığı kadar düşünce olmaktadır. Bunun farkında olanlar tarih boyunca bireylerin düşünce sermayelerinin fazlaca dolmaması için gayret sarfetmişlerdir. Bireylerin sadece kutsal kabul ettikleri bazı düşünlerin etrafında ve beklide asla ispat edilmeyecek olan bazı fikirleri kabule zorlanmışlardır. Bu yapı bazen öyle bir hale gelir ki, insanların uzaya çıkmasının bir yalan olduğunu ya da atom bombasının aslında sinema gösterisi olduğuna inanmaya başlar. Daha vahimi ise bunda ısrar eder. Bunu kabul edenlere ya da kabul etmeyenlere karşı ise ciddi bir tepki göstermez. Çünkü bu düşünceler onun için çok önemli olmadığı gibi hayatında ve hayat felsefesinde ciddi bir değişiklik yaratmaz. Ancak hiç göremediği veya görmeyeceği ancak ilahi olarak kabul ettiği bazı olayları ya da kişilere karşı olabilecek inançsızlığı ise en acımasız şekilde eleştirir. Çünkü düşünce sermayesi yetersizdir. Küçükten itibaren okumamış ve okutulmamıştır. Okuması da istenmemiştir. Birilerini dinlemesi telkin edilmiş ve birilerinin söyledikleri ile yetinmesi söylenmiştir. Bu şekilde yaşamanın daha kolay olduğunu gören birey kendisinden gelen nesilleri de bu şekilde eğitmeye devam ediyor. Süreç ve süre ilerledikçe düzeltilmesi oldukça zor bir yapı oluşuyor. Eskiden zorla yaptırılan çoğu düşünce ve davran kalıpları bulunmaktaydı. Yönetenlerin istediği gibi düşünmek, onların istediği gibi yaşamak, onların istedi gibi giyinmek gerekirdi. Bunları yapmayanlara ağır cezalar verilirdi. İnsanlarda bunları isteyerek ya da istemeyerek yaparlardı. İdareciler bu alanda kendilerinden başka kimsenin düşünmesini ve karar almasını asla istemezlerdi. Eğer olurda çıkarsa hemen yok edilirler ya da başka yerlere sürgüne gönderilirlerdi. Ancak günümüzde bu tür zorbalıklar kalmadı. Ancak uygulayıcılar ve kural koyucuların sahip oldukları farklı yöntemler nedeni ile bireyler artık kendi istekleri ile uygulamaya geçer olmuşlardır. Eskiden olduğu gibi yine akıl devre dışı bırakılmaktadır. Ancak birey bunun farkına asla varamamaktadır. Birey tecrübe ettiği olayları zihninden düzenleme yaparak karar almaktadır. Buna göre tecrübe aynı zamanda bireyin aklının uygulama sahası olarak kabul edilebilir. Akıl eğer sahibi tarafından kullanılırsa hemen her yere girmek ister. Bu istek düşünenler için o kadar yoğun bir istektir ki, eğer istediği yere giremez ise bunu kabullenemez. Düşünce özgürlüğü işte bu kabullenme ile kabullenmeme arasındaki ince çizgide yer alacaktır. Etik kuralları da aklın girmek istediği sahanın ahlaki olup olmadığına ve insanlığa katkısına dikkat edecektir. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Virüs fırtınasından sonra Enfeksiyon saldırısı - 26/12/2022 |
Virüs fırtınasından sonra Enfeksiyon saldırısı |
Sıfır Emisyon Mümkün mü? - 14/12/2021 |
Sıfır Emisyon Mümkün mü? |
Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi - 01/07/2021 |
Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi |
Salgın Hastalıkların Kısa Tarihi - 15/06/2021 |
Salgın Hastalıkların Kısa Tarihi |
Kitlesel Yokoluşlar Üzerine - 02/06/2020 |
Kitlesel Yokoluşlar Üzerine |
Yoksulluk Algısı Araştırması-3 - 09/01/2020 |
Yoksulluk Algısı Araştırması-3 |
Tarım Kredi Raporu - 16/12/2019 |
Tarım Kredi Raporu |
Tarımsal Alandaki İddialara Dair... - 26/11/2019 |
Tarımsal Alandaki İddialara Dair... |
Kaçak Zeytinyağı Yerli Zeytinyağı Savaşı - 26/11/2019 |
Kaçak Zeytinyağı Yerli Zeytinyağı Savaşı |
Devamı |