İkinci kuşak Atatürk neslinin hayatı
Benim yaş grubumun anne babaları “İlk kuşak Cumhuriyet dönemi” çocukları.
Bizler İkinci Dünya Savaşı sonrası doğanlarız.
Kendi adıma bu nedenle çok mutluyum.
Çünkü bizim hayatımız biraz çetrefilli, mücadele dolu, zorluklarla önü kesilen bir süreçte geçtiği halde, aynı zamanda çok renkli, değişimlerin baş döndürücü hızla yaşandığı, kısacık bir döneme ulusal ve uluslararası sayısız eylemin sığdığı bir hayattı.
Atatürk’ü yine özlem ve saygıyla andığımız bu günde, Cumhuriyet’in ikinci kuşağı olarak, kendi hayatımızı şiirsel biçimde sizlerle paylaşmak istedim.
Şimdi okuyacağınız şiirsel anlatım benim değil.
Edebiyatçı şair Coşkun Demirçelik’in, 2011 yılında yazdığı uzun bir şiirsel anlatım bu.
Haydi birlikte okuyalım;
50’li yıllarda Demokrat Parti’yle
Hayata gözlerini açanlar,
tahta beşiklerde ninnilerle uyuyup
60 ihtilalinin ayak sesleriyle uyananlar…
Çocukluğunu bu kargaşayla geçirip
68’de, 18 yaşın heyecanıyla
68 kuşağının çilesini çekenler…
Bu hikaye sizin.
Bizim o yıllarda çocukluğumuz
hep sıkıntılarla geçmedi.
Biz nedense ergenliğe geç girdik.
Çocukluğumuzu uzun yaşadık.
Bizim oyun alanlarımız çoktu.
Yemyeşil çayırlarda, bahçelerde,
evimiz kadar güvenli sokağımızda,
çeşit çeşit oyunlar oynardık.
Biz küçük şeylerden mutlu olmasını iyi bilirdik.
Uzun kış gecelerinde içilen semaver çaylarıyla,
aile toplantılarının sıcaklığını hep hissettik.
O yıllarda komşuluk bağlarımızda güçlüydü.
“Bir maniniz yoksa akşam ANNEMLER size gelecek”
sözü bizi çok mutlu ederdi.
Karanlık günlerde önlüklerimiz karaydı ama
karanlıkları aydınlatan beyaz yakalarımız gibi,
umutlarımız, mutlu günlerimiz de vardı.
Kitaplarımızı, defterlerimizi itinayla kaplardık.
Tahtadan,
telden,
ağaçtan oyuncaklar yapardık.
Yaratıcı,
yetenekli,
paylaşımcı ÇOCUKLARDIK.
Biz,
yuvarlak,
köşeli kurşun kalemlerimizle
düz,
eğik,
süslü
italik
okunaklı yazılar yazardık.
Biz halk kütüphanelerine,
Halkevlerine giderdik.
Ne omuza asmalı deri, renkli çantalarımız,
ne
0.5 uçlarımız,
ne kokulu silgilerimiz vardı.
Tahta sıralı, varil sobalı sınıflarımızda,
kara tahta başı heyecanlar yaşardık.
Nohutlu, fasulyeli matematik derslerimiz.
Cin Ali serisi okuma saatlerimiz
Andımız,
Gençlik Marşımız,
Cumhuriyet şiirlerimiz
sapanla kuş avımız,
derede yüzme yarışlarımız
Ömer Seyfettin, Dede Korkut Hikayeleri,
Kafdağı arkasına uzanan masallarımız.
Battalgazi, Köroğlu Destanları,
Uzun kış gecelerinde uyuklayarak dinlediğimiz,
babaların, dedelerin askerlik anıları.
Amerikan yardımı süt tozundan hazırlanmış
beslenme saatlerimizi unutmak mümkün mü?
Ya sabahları üzerine ‘’tereyağı’’ sürülmüş,
taze yumurtalı, pekmezli
sabah kahvaltılarımız?
Tarhana çorbasının lezzetini nasıl unuturuz?
Pazar sabahları sıcak ekmek kuyruğunda,
buharı kokusuna karışmış pidelerden, somunlardan
elimiz yana yana yediğimiz lokmalar…
Bizim Amerika’dan ithal
herkesin okuduğu:
Teksas
Tommiks’imiz
Zagor’umuz da vardı.
Hayat,
Ses Mecmuaları,
Hürriyet’in ilaveleri…
Radyoda Enosis-Makarios,
Vietnam haberleri
‘Arkası Yarın’larımız,
liselerarası bilgi yarışmaları,
Bizimkiler,
Kaynanalar,
Radyo tiyatrolarımız
Erkan Yolaç’la ‘Evet-Hayır’ yarışmalarımız,
Orhan Boran’ımızla Yuki’miz
hayatımızın bir parçasıydı.
Soğuk kış günlerinde,
buzlu yollarda
tahta okul çantalarımızı
kızak yapar kayardık.
Bizim mahalle bakkalımız
Haydar Amca’mız,
yolunu hasretle beklediğimiz
postacımız,
Bekçi Hasan’ımız,
kasabımız,
manavımız,
aile fertlerinden biri sayılırdı.
Lastik ayakkabıdan
naylon ayakkabıya,
bez toplardan
naylon toplara,
batarya pilli radyodan
ağır,
iri,
sandukalı
dantel örtülü
siyah-beyaz televizyona biz kavuştuk.
Gaz ocağından “Aygaz”lı ocaklara
biz geçtik.
“Vita” yağı tenekelerinden
su kapları yapardık.
60’lı sıkıntılı yılların sonunda
Amerika Apollo 11’i Ay’a gönderirken,
bizim ilk yerli otomobilimiz
Anadol’umuz…
Arkasından ‘124 Hacı Murat’ımız
O yıllarda bizim ne emniyet kemerimiz,
ne otomatik klimamız,
CD çalarımız,
ne uzaktan kumandamız,
ne oto alarmımız,
ne hava yastığımız,
ne otoyollarımız vardı…
Çatılarda daha iyi görüntü için!.
ölüm tehlikesiyle
antenleri biz çevirirdik.
Grundig,
Schaub Lorenz,
Philips marka,
asker bavulu…
Televizyonlarda
karlı,
silik,
bulanık görüntülerden oluşan
yerli diziler bizi mutlu ederdi.
Arnavut kaldırımlarındaki oyunlarımız,
gece muhabbetlerimiz,
cambazlı panayırlar,
topacımız, (tendürük )
misketimiz,
uçurtmamız,
gizlice içtiğimiz,
Birinci,
Bafra,
Gelincik
Yaka sigaraları…
Pamuk şeker,
horoz şeker,
şeker elma,
kağıt helvalarımız
uzun eşek,
birdirbir,
saklambaç,
komen,
elim sende
oyunlarımız…
Hayatımıza renk katan,
bayramlarımız.
Biriktirdiğimiz bayram harçlıklarıyla gittiğimiz
dönme dolap,
atlı karınca,
langırt,
beş atış yirmi beş,
çadır tiyatrosu,
istop,
dokuz taş,
mendil kapmaca,
gazoz kapağı,
sigara kutusu,
bilye,
düğmelerle (kopça)…
Yaratılmış bir oyun dünyamız vardı.
Yakan top,
seksek,
çelik-çomak oyunları.
Okulda Yerli Malı haftalarımız,
evde tasarrufa teşvik edici kumbaralarımız.
Ada’ya barışı götüren Kıbrıs Harekatı’mız.
Sokakta
şeker,
yağ,
benzin kuyrukları.
Postahaneden yazdırmalı telefonlarımız
Pötikareli, muşamba kaplı odalarımız.
Kestane pişirdiğimiz kuzine sobalarımız.
Mutfaklarımızda tel dolaplarımız,
duvarında günlük
“Saatli maarif” takvimimiz,
samimi, sıcak aile toplantılarımız,
at arabası,
hamal arabası,
süslü faytonlarımız.
Austin,
Magirus,
Ford
Opel
Chevrolet marka,
bagajı üstünde şehirler arası otobüslerimiz.
Futbol sahalarında Lefter’li,
Metin Oktay’lı
Şenol Birol’lu
Kadri’li
Sanlı’lı
Kedi kaleci Varol Ürkmez’li
Can Bartu’lu
Sabri Dino’lu
Cemil Turan’lı
Metin Kurt,
Metin, Ali Feyyaz’lı
Unutulmaz derbi maçları.
Sinemalarda John Wayne’lı
Clint Eastwood’lu
unutulmaz kovboy filmlerimiz.
Beyaz perdede
Ayhan Işık,
Belgin Doruk,
kötü adam Ahmet Tarık Tekçe,
Göksel Arsoy,
Filiz Akın,
Fatma Girik,
Ediz Hun,
Yılmaz Güney.
Müzeyyen Senar,
Behiye Aksoy,
Emel Sayın,
Zeki Müren,
Erkin Koray,
Berkant,
Erol Büyükburç,
Barış Manço ile dünya turu…
AŞK dolu,
duygu dolu,
hüzünlü şarkılar.
70’li yıllarda muhtıralar,
sağ-sol çatışmaları.
Üniversitelerde
komünist,
faşist suçlamaları.
Fabrikalarda DİSK-MİSK mücadeleleri.
Grevler,
emeğin patronları,
sendika ağaları.
İdeolojilere kurban edilen zavallı işçiler.
Okullarda
devrimci
ülkücü kavgaları.
Bölünmüş öğretmenler,
taraflı polisler,
ülkesine sahip çıkanlar,
bu arada yok olan gencecik fidanlar…
Denizler,
Mahirler,
Hüseyinler,
Ulaşlar,
Taylanlar,
bu öykü sizin…
Birbiri ardına devam eden
cenaze törenleri…
Romantizm ile terör arasına sıkışmış
kayıp bir kuşağın çocuklarının savaşı.
Kardeş kavgaları,
siyasi cinayetler,
kurtarılmış bölgeler,
okullar,
mahalleler…
Yakılan,
yıkılan,
boşaltılan köyler,
Deniz,
Mahir,
Hüseyin’in idamları…
Akılalmaz işkencelere göğüs gerenler,
68 kuşağının özgürlük savaşcıları,
bu hikaye sizin…
Sonra Dallas
Köle Isaura
Yalan Rüzgarı
Cosby Ailesi
Uzay Yolu
Tatlı Cadı
Küçük Ev
Amerika
Avrupa
Brezilya dizileri
Beatles
Rolling Stones
Boney-M
Adamo
Amerika, Avrupa hayranlığı derken,
Hippiler,
bitli turistler, ansızın girdi hayatımıza.
Benliğimizi yavaş yavaş kaybetmeye başladık.
Cola
Adidas
bluejean,
rak-rok-pop merakıyla
unutuverdik kendi müziğimizi,
öz değerlerimizi.
Türküleri,
bozlakları,
halk oyunlarını,
destanları,
hikayelerimizi.
Sonra 80’de 12 Eylül sabahı,
Hasan Mutlucan’la uyananlar,
tutuklananlar,
gözaltına alınanlar,
akılalmaz işkencelere uğrayanlar,
bedenlerini,
ruhlarını kaybedenler,
yeni idamlara,
haksızlıklara şahit olanlar.
Gönülden yaralanıp
gençliğini sürdürenler,
bu öykü sizin…
Ulusal değerlere
biz sahip çıktık.
İstanbul’da, Amerikalıları Dolmabahçe’den
biz denize döktük.
Bağımsızlık sevdalısı
vatansever gençlerdik.
ÖSS ‘yi bilmezdik ama
gece en son 23.00’te,
radyodan puanları dinler, erken davranmak için otobüslerle
geceden yola çıkardık.
Eğitimin çilesini de biz çektik,
ülkesini ölesiye seven de bizdik.
Erkeklerde İspanyol paça pantolonlar,
geniş gösterişli kravatlar,
uzun saç ve favoriler.
Siyasi görüşe uygun,
yukarı-aşağı,
kalın bıyıklar,
deri çizmeler,
asker postalları,
parkalar,
kalın kemerler,
palaskalar,
kalpaklar.
Arka cepte ince dişli taraklar,
yuvarlak aynalar,
gömlek ceplerinde Gelincik,
Bafra sigaraları.
Kızlarımızda
lüle lüle saçlar,
allıklar,
küpeler,
her genç kızın rüyası!..
Zetina dikiş makinası reklamları.
İnce belli mantolar,
yüksek topuklu rugan ayakkabılar
döpiyesler,
jarseler,
koyu kırmızı rujlar,
kalın kemerler
doğal güzellikler,
tabii kokular,
masumane bakışlar.
kınalı eller,
ahh… ah o ince beller…
Biz anne-baba sözü de dinlerdik.
Çoğumuz görücü usulü ile evlendik.
Kim ne derse desin,
Hâlâ devam eden çok mutlu
evlilikler kurduk.
Sevmesini de sevilmesini de iyi bilirdik.
Leyla’yı bilir, Mecnun’u anlardık.
Bizim ne unutulmaz AŞKLARIMIZ vardı.
Mevsim mevsim yaşadık duygularımızı.
Şarkılarda sever,
şarkılarda ayrılırdık.
Bizim mektuplarımız renkli kağıtlara yazılmış,
kendi el yazımızla,
gözyaşı dökülmüş,
aşk mektupları,
asker mektupları.
Gül kokulu,
duygu dolu,
gözyaşlarıyla ıslanmış,
içinde bir tutam saç,
bir küçük el izi,
dudak izi taşıyan mektuplar…
Ahh…
Biz neydik, ne değildik.
Romanlara konu hayatların sahibiydik.
Biz o yıllarda iyi ki vardık.
Bütün olumsuzluklara rağmen,
mutlu bir çocuk, sevdalı birer gençtik.
Biz 2000’li yıllarda yine varız.
Biz 60’larda çocuk,
biz 70’lerde gençtik.
Biz 80’lerde ihtilali,
biz 90’larda ekonomik krizleri
bir kez daha yaşayanlarız.
Şimdi teknolojik gelişmelerle dolu 21’inci asrı yaşıyoruz.
Kredi kartı,
bilgisayar,
internet,
cep telefonu
süpermarket,
MP3 çalar,
dizüstüler,
plazmalar…
Artık o kokulu, duygu dolu
uzun mektuplar yok
AŞKLAR yok oldu,
duygular kısaldı,
sembol oldu.
Gençlerin iletilerinde
“nbr’’,
“by’’,
“slm’’ kısaltmaları.
Cep telefonlarında kısa mesaj çılgınlıkları.
Nerede meyvesini elimizle topladığımız ağaçlar?
Korkusuzca oyunlar oynadığımız sokaklar…
Nerede o sözünün eri
yağız delikanlılar..?
Vefalı dostluklar, ölesiye arkadaşlıklar
Nerede utangaç, al yanaklı kızlar..?
Saflık,
doğallık,
bağlılık nerde…?
Bu nedenle ÇOCUKLUĞUMU özlüyorum.
El yapması oyuncaklarımı,
Uçurtmamı,
yaralı dizimi,
ANNEMİN ninnisini,
kağıt helvayı,
bakkalın sakızını,
bahçedeki kiraz ağacını özlüyorum.
Ya şimdiki çocuklar!..
Çoğu internet başındalar,
fesfutlarda süper menülerle beslenerek,
bilmem hangi yabancı müziği
indirip dinliyorlar.
Cep telefonlarına, bilgisayarlarına sarılmış,
çoğu kilolu,
renkleri uçuk,
dişleri bozuk
Teknoloji çağını yaşıyorlar.
Artık 20’nci asır gerilerde kaldı.
Çocuktuk, genç olduk,
baba olduk,
dede olduk.
Ne badireler atlattık,
yıkılmadık, ayakta kaldık.
Artık yaşadığımız kadar yaşayamayacağımızı,
Bir bu kadar daha ömrümüzün
olmadığını biliyoruz.
Olsun iyi ki o yılları gördük,
o hayatları yaşadık.
Pişmanlık mı asla!..
Sadece o doludizgin unutulmaz yılları
özlüyoruz…
Verseler aynı hayatları yeni baştan,
büyük bir keyifle yaşamak isteriz.
İşte!.. Bu bizim hikayemiz…
Can Ataklı/https://www.korkusuz.com.tr/ikinci-kusak-ataturk-neslinin-hayati.html 13.10.2019